6 Mart 2016 Pazar

Geçen Gün Güvenlik Kulübesine Ok Attım Diye



Oturduğum siteden çıkarmak istiyorlar. ulan orospuluk yapmadık, ibnelik yapmadık. kafam güzeldi bi akşam, eminönü’nde hediyelik eşyalar satan bir dükkandan yay ve ok almıştım ve deneyeyim dedim; ne var bunda amk? sonra neymiş efendim, çöpü elimle karşıya fırlatıyormuşum. be orospu çocukları, o zaman gelip kapımdan alıcaksınız çöpü. bi ton aidat ödüyoruz yok havuzuydu yok saunasıydı diye sonra bir de şey var, kız arkadaşlarımdan biri eve çıkarken aşağıda asansör girişinde hatuna nereye çıkıyorsun diye sormuş ibnenin biri. bizim hatun da sanane deyince bana söylemek zorundasın demiş artık her kimse orospu çocuğu. elimde okla aşağıya indim , bütün siteyi ayağı kaldırdım bana o götvereni bulacaksınız diye. çıkmadı tabi ortaya orospu çocuğu hayır yani kadın güvenlik görevlilerinden biri şikayet etmiş sonra bana asılıyorlar diye. yönetici öyle söyledi, şikayet etmiş hesapta. sonra gittim buldum bunu, karı da yıldız tilbe gibi amk. neyse, ben sana sarkıntılık mı ettim dedim? hayır, olur mu hiç öyle şey dedi. bu yönetici ibnesi neden öyle diyor o zaman, yüzleştiricem sizi dedim. o akşam yüzleştirdim, bu sefer evet sarkıntılık etti dedi. ulan dedim, sizi sayıyla mı veriyorlar? beyler açıkça soruyorum, şimdi siteden atılacak biri miyim amk yaa? geçen toplantıda şikayetlerden bahsettiler. o zaman verin 2bin lira taşınayım dedim. bir de ev bulucam ve taşınma paramı da vereceksiniz dedim. ona da yanaşmadı piçler. yarakk giderim amk, gelsinler de çıkarsınlar bakalım. geçen bıyık bıraktım değişiklik olsun diye, gerizekalı güvenliğin biri tanıyamadı siteye girerken. bu sefer yöneticiye ben şikayet ettim tanımıyorlar diye görünümümüzde değişiklik yapamayacak mıyız, illa okla mı gezmemiz lazım dedim. zaten adım da oıkçuya çıktı sitede. içeride on numara hatunlar var ama bu adam psikopat diye yanaşamıyorlar korkudan. yazın mesela, bacısını siktiğimin havuzuna deniz yatağı attım. millet havuza falan giriyor, ben de çıktım deniz yatağının üstüne, bari dedim şöyle biraz keyif yapayım, zengin gösterir dedim. güvenlik geldi, deniz yatağını lütfen çıkaralım beyfendi havuzdan dedi. gidiyormuş gibi yapıp eve çıkarak inadına bir şişe de bira indirdim havuza. yatağa havuza atıp çıktım tekrar üstüne. güneş gözlüklerini de taktım, çıkarmıyorum lan, polis çağırın dedim. tabi gıkı çıkmadı ibnenin. o kadar aidat veriyoruz amk. veridğim aidatın normalde hakkını almaya kalksam hepsini sırayla sikicem birbir ama boşver diyorum kendi kendime. o sefer almadım ama o akşam yönetici geldi kapıma yine. işte dedi, bugün havuz kenarında kat maliklerini rahatsız etmişsiniz. kat maliki ne lan jasghdbjhdghj dedim. gülmekten karnım ağrıdı, doğru düzgün cevap bile veremedim, kapadım kapıyı. kat maliki diyor yaa, ibneye bak. tabi ok ve yay duruyor bu meyanda antreye asılmış bir şekilde. yani kapıyı açtığımda direkt karşısında görüyor okları falan. bu yüzden temkinli yaklaşıyorlar artık gelirken oturduğum daire teras kat. içerken falan güzel oluyor öyle. arada güvercinler konuyor demirlere, ben de yeteneğimi geliştirmek için kuşlara sallıyorum okları. geçen attığım okun bitanesi yanlışlıkla aşağı düştü. aşağıdan biri bağrıyor hangi terbiyesiz attı bunu diye. dedim amca vurduk mu? yok dedi. daha ne lan o zaman deyip içeri girdim geçen akşam eve giriyorum bayram öncesi. asansörden indim, tam kapıyı açıcam, alt kattan konuşmalar geliyor. yöneticinin sesi zaten boru gibi, buradan bağırsa uranüs’e gider tek nefeste. alt komşu da fişfikliyor böyle işte her akşam yükses sesle zeki müren dinliyorlar falan. ben anladım yöneticinin benim daireye çıkacağını. arada balığa gidiyoruz arkadaşlarla, hemen birkaç metre misina kapının koluna bağladım. kapıyı örttüm ama tam kapamadım, kapalı gibi görünüyordu. iki dakika sonra kapı çaldı. ben de uzaktan misinayı ağır ağır çekip kapıyı ciiuuuuvvv diye gacırtıyla açtım ve salondan bağırdım, buyrun ben de sizi bekliyorum diye. adam artık korktu mu ne oldu, iyi akşamlar x bey deyip kapadı kapıyı, uzaklaştı. yaz sonu bir de şöyle bir şey yaşadım. şimdi böyle yüksek katlı bloklarda hiç başınıza geldi mi bilmiyorum ama biri öldüğünde aşağı indirmek çok sorun oluyor. asansöre koyamıyorsun meftayı haliyle, mecbur beş-altı kişi toplanıp indiriyor katlardan aşağı. bizim yan dairede iki yaşlı amca ve bir tanesinin kızı yaşıyordu. bu iki adam kardeş, kız da büyük olanın kızı. ölen de küçüğüydü. neyse, fazla kimseleri yok, taziyeye gittik tabi. adamı sarmışlar, gasilhaneye götürmek için. benden de yardım istediler. amk ben ne bileyim böyle bir şey isteneceğini, ayağımda parmak arası terlikler vardı, mecbur onları değiştiremeden adamı indirmeye başladık. herkes bir yerinden tutuyor, ben ayak bölümündeyim yani alt tarafta, ölen amcanın kardeşi olan diğer amca yanımda. amk ayağım bi takıldı, parmak arası terlik koptu inerken, bi baktım ölüsü bir yanda, dirisi öbür yanda. evladım beni de mi öldürücen dedi adam korkuyla içmeyi seven insanlarız. haliyle teras falan da olunca insanın duyguları depreşiyor ve içmek istiyor. içerken genelde zeki müren, münir nurettin selçuk, zekai tunca falan dinliyoruz ağırlıklı olarak. ses açık oluyor biraz da tabi. komşularla yaşadığım en büyük sıkıntı gürültü yüzünden oluyor bu yüzden. sürekli şikayet ediyor orospu çocukları sanki matah bir şeymiş gibi. yönetici geliyor uyarmaya, ben de diyorum ki, sen başka blokta oturuyorsun, sesimi nereden duyup da geliyorsun? ama şikayet var diyor. tuvaletin havalandırma boşluğundan binlerce kez mayasıllı göt sesi duymama rağmen bir kere bile şikayet etmedim diyorum; adamlar zeki müren duyuyorlar, ona rağmen şikayet ediyorlar sana. sikicem anasını bir gün hepsinin, okun ucuna siyanür sürücem amk dün akşam eve çıkarken bir güvenlik görevlisiyle rastlaştım. böyle yürürken bir değişik yürüyordu sanki götünün arasında bir şey varmış gibi. hayırdır dedim, ne oluyor? geceleri soğuk olduğu için pantolonun altına mecburen yün tayt giydiğini ve onun kaşındırdığını söyledi. ben de giyeyim madem, hamlet oynayalım bari şurada iki perde dedim. bu güvenlik görevlilerinin mantığını anlamak gerçekten zor. mesela bunların şefi var, sanırsın fbi’da çalışmış 20 sene ve sonra yanlışlıkla ortağını vurduğu için buralara sürgüne gönderilmiş. hepsinde bir havalar falan, telsizle oynuyorlar sürekli. bacısını siktiğimin yeri zaten memur sitesi, neyin güvenliği amk. hırsız girse onu soyarlar, iki dakika sürmez eylül ayının sonlarıydı, böyle akşamın güzel saatleri. kamelyaya indik, biraz mangalda sucuk yapalım dedik. yanında rakı açtık. genelde böyle yeni yetme piç kuruları iniyor kamelyaya, gitar falan çalıyorlar uyuz oluyorum. biz rakıcı adamız, portatiften basıyorum zeki müren’i siteye. yöneticinin yardımcısı geldi, ne yapıyorsunuz dedi? görmüyor musun dedim. hayır yani aylık kaç para aidat veriyoruz, aşağı inip çekirdek mi çitlicez dedim kamelyada. bu kokan nedir böyle dedi? dedim ki geyik eti, kendim vurdum şuradaki korulukta. gerizekalı herif, sanki anlamıyor sucuğun kokusunu, bir de soruyor hani meşgul edicek ya, laf açıcak ya orada. siktir oldu gitti zaten sonra. biz de pek durmadık, zaten geceleri serin olmaya başlamıştı dün akşam asansöre bindim, yukarı çıkıyorum. elimde bira şişeleri vardı. zaten kafam da güzeldi az biraz. baktım hafiften asansör sallandı, sallandı ve durdu. ilk başta deprem falan oluyor diye biraz tırsmadım diyemem ama sonra elektriklerin kesildiğini anladım, çünkü ışık böyle yanıp sönüyordu cızır cızır hesabı. jeneratör devreye girdi tabi. 1 dakika geçmeden kata çıktım ama inmeden pislik olsun diye asansördeki acil durum irtibat telefonundan güvenliği aradım ve “alo dedim, ben okçu. sesinden tanıdım abi dedi güvenlik. çok şekil bir ses tonum var, onu da anlatırım bir ara. neyse, bizim asansör yan bloğa geçmiş herhalde sarsıntıda, dairemi bulamıyorum, yardıma gelin deyip kapattım telefonu. sonra geldiler bizim kata hatta dairemin kapısını bile çaldılar ama açmadım kapıyı. baya bi aramışlardır sanırım o akşam beni. e haliyle güldük biraz ve biralamaya devam ettik. evde bi takke bulmuştum. çok enteresan lan, hanginiz evinde takke bulur ki? kurban bayramının birinci günü sabah namaza falan gitmedim ama makara olsun diye başıma takkeyi takıp dolandım biraz site içinde. hiçbir beklentim yoktu yemin ederim, sadece takke takıp dolaşmak istemiştim. sonra eve çıktım. aynı gün içinde defalarca kapımız çaldı kurban kesen komşulardan gelen etlerden dolayı. ihtiyaç sahibiydik biz onlara göre. sağolsunlar… alkol tüketen bir insanım, arkadaşlarım da öyle ama öyle bir et geliyordu ki, ev mezbahaya dönmüştü. takkeyi başımdan çıkarmadım o gün. akşama doğru takribi 3 torba et ile sitenin karşısında bulunan kasaba gittim. kasap ibne beni iyi tanıyordu çünkü mangal için incik boncuk etleri ondan alıyordum. etleri bıraktım yere torbalarca. hiç tartmadı bile. dedim ki, dayı şuradan 3 kangal sucuk alıyorum, bi de bonfile yap iki parça. hee, bi de arkadaşım ister, yarım kilo kanat ver. rakı içiyorduk kusursuzca ve konu komşunun kurban etleri karşılığını bulmuştu o gece iyi insanların midesinde… aylık aidat raporları geliyor kapıma. iyi insanlar ya bunlar, dürüstler. hani verilen paralar nereye gidiyor hesabı. verdiğim parayı sorguluyorum ister istemez ben de herkes gibi. kim bakmaz ki zaten o raporlara? güvenlik masrafı şu kadar, eyvallah. asansör bakım masrafı şu kadar, eyvallah. fitness salonu masrafı şu kadar. hepsine eyvallah da, süs havuzuna balık alımı 1500 tl ne amk? balina mı aldınız orospu çocukları? birkaç tane kırmızı balık işte en nihayetinde. sanırsın fauna kurmuşlar sikim kadar süs havuzunda mercan yetiştiriyorlar. balıkçıdan balık alırken normalde temizletip alırdım. 2 kilo hamsi aldım o akşam ve temizletmedim. hatunlar gelmişti ama hepsi gerizekalıydı ve ben temizlemek zorunda kaldım balıkları. bütün iç organları özenle topladım beyaz poşette. balık alanlar bilirler, bira poşedi gibi değil balıkçı poşedi, beyaz olur hep. aşağı indim ve süs havuzunun kenarına eğilip boşalttım poşetteki iç organları. kameralar vardı etrafta ve zaten alışkındım onlara. mimliydim, adım okçuydu. güvenlik geldi, abi napıyosun dedi. iyiyim sen napıyosun dedim; siktir oldu gitti. yanımda efes pilsen’in 33′lük küçük şişe birası vardı cebime koyduğum aşağı inerken. bulamazsın o birayı, bana da bi arkadaş getirmişti. iki yudumda bitti zaten, sonra hamsi leşlerinin arasında içine su doldurararak dibe doğru bıraktım ellerim soğuktan üşümüş bir halde. dün akşam saat 20:30 sularında eve geldim. anasını siktiğimin iki tane asansörü de full çalışıyor ama, biri iniyor diğeri çıkıyor. sanırsın sabancı’nın ikiz kulelerinde böyle bir telaşa, bir yoğunluk var. bir de böyle çok katlı bloklarda asansör bekleme sıkıntısı var sorumsuz orospu çocukları yüzünden. neyse, lafı fazla uzatmak istemiyorum. yaklaşık olarak 1.50 cm civarında boyu olan bir komşumuz varmış meğersem, ilk defa gördüm onu asansör beklerken. tam da 5 kişiyiz. asansör geldi, kata çıkıcaz. malumunuz asansör 4 kişilik ve özellikle yazıyor üzerinde “asansör 4 kişiliktir” diye. baktım 1.50′lik piç binmiyor asansöre sonradan geldiği için. gelsene bilader dedim, ne bekliyorsun? asansör 4 kişilik dedi. ulan dedim, senin edin ne budun ne, gel amk. bi anda kıpkırmızı oldu piç, çıkın çıkın deyip kapadı asansörün kapısını. ne adamlar var yaa… sonra çıktım kata, bi duble rakı doldurdum ve 1.50 boyum olmadığı için şükrederek peynirden bi çatal aldım. yine bir gece, ki bu sefer kendi arkadaşımla bir mevzu yaşadık. evde hatunlar var, muhabbet gayet güzel ilerliyor. ben bitanesiyle geçtim oadaya ilerleyen saatlerde. hatun da marjinal tayfadan ama. böyle arthur rimbaud’dan, edvard munch’den, jean luc godard’dan bahsediyoruz falan. işe koyulduk tabi o esnada tarkovski’ye geçmeden. hatun fena bağırıyordu ciyak ciyak. baktım arkadaşım kapıyı tıklatıyor, kafası çok pis olmuş ama, olm neden ağlıyorsuuun diye meraklı bir şekilde soruyor kapının ardından. gülmekten hatunun üzerinden düştüm amk. abi arkadaşını iyi seçeceksin, bunu bilir bunu söylerim. sitenin içinde berber var bi tane, daha doğrusu kuaför kendi deyimiyle. böyle kendine lüks bir hava vermiş ibne ama sanırsın kafanı yıkarken kalıp sabun çıkaracak tezgah altından. aram iyi değil onunla ama aramın iyi olmaması bu yüzden değil tabi. kardeşim 3 sene önce evlendi. o esnada eski mahalledeki berber ahmet piçinin çektiği fön hala bozulmadı amk, aradan o kadar zaman geçti. doktora gittim tabi, insan meraklanıyor. çocuğum olursa, ve onun çocuğu, 3 nesile kadar ailemdeki herkes böyle fönlü doğabilirmiş. bu yüzden berbere uğramıyorum pek, yoksa başka sorunumuz yok yani. dışarıdan biraz lüks görünen toplu konut sitelerinde bir bisiklet furyası vardır. şöyle ki, ecnebilere özenen bazı orospu çocukları, özel olarak yapılmış bisiklet park yerlerine bisikletlerini koyarlar. sadece oraya koyup kendini mutlu hissetmek için bisiklet alanı biliyorum gerçekten. hayır bir de işmiş gibi zincirliyorlar bisikletlerini. amkmun evlatları, kim gelip çalıcak sizin sikilmiş bisikletinizi oradan. neyse, daha önce anlatmıştım. bizim katta oturan yaşlı biri ölmüştü, hani o taşırken düşürdüğüm adam. ondan kalma bi tekerlekli sandalye var ve kapının önünde duruyordu. her görüşümde moralim bozuluyordu. ne yapiim ne yapiim derken, aklıma bir şey geldi. o gün dönerken nalburdan küçük bir zincir ve kilit aldım. eve gidip içtim biraz. gece yarısnı biraz geçiyordu sanırım, tekerlekli sandalyeyi asansörle aşağı indirdim ve bisiklet park yerine zincirledim, bisikletlerin yanına. onu öyle görünce ne hissedeceklerini biliyordum. birkaç gün kaldı, öyle. kimse ne olduğunu anlayamadı, muhtemelen biliyorlardı benim yaptığımı ama kimse bir şey de diyemedi. sonra bir akşam döndüğümde gördüm ki kaldırmışlar. eve çıktım ve bir duble rakı oldurdum. iki dilim de sucuk attım ocağa. terasa çıktım, gökyüzü pırıl pırıldı; bulutlar geçiyordu üzerimizden. bu güvenlik kamerası olayının da bokunu çıkardılar iyice. site girişindeki kamerayı anlıyorum, muhtelif yerlerde olanları ya da ne bileyim havuz kenarındakini, cafenin içindekileri, blok girişinde ya da koridorunda olanları ama asansörün içine ne diye koydunuz bu boku. daha önce yoktu böyle bir uygulama ve en üst katta oturduğum için yukarı çıkana kadar hatunu pert etmiş oluyordum ama şimdi bunu da gönül rahatıyla yapamıyorum. izlenmek iyi bir şey değil. hani karşılığında para alacaksan iyi bir şey olabilir ama birkaç tane götveren güvenliğin otuzbirine malzeme olmak istemez hiçkimse herhalde. ulan hadi sevişmeyi geçtim, piç kuruları izliyordur diye dişlerimi bile kontrol edemiyorum asansörün içinde. amkmun yöneticisi, ne işler açtı başımıza durduk yere. ulan neyin güvenliği bu yaa, kimi kimden koruyorsun. site sakinlerinin çoğu aç, kapıya ayakkabı bile bırakmıyorum ne olur ne olmaz diye siktiğimin çapulcularının içinde. sorsan havuzlu, hamamlı, saunalı, güvenlikli sitede oturuyorum diye tokatlı hemşerilerine hava basan çok orospu çocuğu vardır buralarda, eminim. bi pazar sabahı markete gittim alışverişe. buralarda bakkal yok ama olsa inanın bakkaldan alışveriş yapmayı tercih ederdim. neyse; canım kavurmalı yumurta çekmişti, hem biraz kavurma alayım dedim, hem de gazete ekmek falan alırım diye düşündüm. gazete okumak hoşuma gidiyor o kağıdın kokusunu seviyorum çünkü. lafı uzatmiim şimdi, dönüşte baktım bloğun kapısında bir hengame. site yöneticisinin kıtıpiyoz bi yardımcısı var. bizim bloğun giriş katında oturuyor. baktım iki adam koluna girmiş, garaja doğru götürüyorlar bunu. hayırdır dedim, salağı fare ısırmış, fenalık geçirmiş. ulan bi insanı fare ısırır mı yaa? köpek ısırsa anlarım, kedi ısırsa hatta böcek ısırsa anlarım ama fare nedir amk? sonradan öğrendim, meğersem bu mal kapıyı açtığında koridorda fare görmüş ve çıplak ayakla kovalarken yanlışlıkla kuyruğuna basmış farenin. fare de dönüp ısırmış piçi. fare yakalanamamış tabi. ulan dedim fare, helal olsun sana. kaç gün kuduz aşısı oldu amkmun evladı, hiç üzülmedim inanın. o sabahki kavurmalı yumurta her zamankinden güzel gelmişti bana nedense bu siktiğimin yerindeki kediler de bir tuhaf amk. hani öyle cihangir kedisi gibi değiller, zaten hepsi vaşak ebatında. burada normal hiçbir şey yok ki, kediler normal olsun. bir kediyi sıçarken hiç gördünüz mü blmiyorum. normalde kedi sıçarken asla bir insana bakamaz, tuhaftır ama neden bilmiyorum. böyle yani. buradakiler sıçarken insanın gözünün içine bakıyor resmen, sanki ağzımıza sıçıyormuşçasına. inceden tırsmıyor değilim, insan olsa korkmam ama bu ibneler çok farklı burada bi arkadaşın kurusıkı tabancası vardı. onunla birkaç kere sıktılar terasta içerken. sonra siktiğimin meymenetsiz yöneticisi haber gönderiyor güvenlikle şikayet edicez falan diye. yakarım lan bloğu dedim, ateşe veririm ibneler. bu sıralar pek ilişmiyor zaten. havalar da soğudu, biliyor teras muhabbetinin fazla olmayacağını. yazın benim bi hatun terasta italyanca çalışıyordu. aşağıdan da baya ses geliyor, çocuk sesi düşün bak, taa tepeye kadar geliyor aşağıda oynayan piçlerin sesi artık ne oynuyorlarsa. ya dedi hatun, şunlara bir şey söyle gürültü yapmasınlar. aşağı inip insan gibi uyardım çocukları, evladım ses etmeyin bakın ablanız yukarıda ders çalışıyor falan. dinlemedi piçler. zaten aileleri de bana uyuz. hiç dur diyen yok. öyle mi amk, öyle. çıktım yukarı, siyah bira poşedine su doldurdum, ağzını bağladım. nereden baksan 5 litreye yakın su dolmuştu içine. aşağı bi bıraktım poşedi, güüümmm. nasıl patladı valla amkmun şeyi. herkes kendini yere attı şuursuzca sanki bombalandılar diye. ulan sizin sikindirik sitenize kim gelip bomba atıcak ahaha. yukarıda gülüyorduk hatunla. sonra içeri girdik, birer duble rakı koyduk. kapı çalıyordu ama biz sevişiyorduk. dünya umrumuzda değildi arada güzel şeyler de olmuyor değil tabi bu sikik yerde. kurban bayramı sonrasıydı, cumartesiydi. sitede birkaç tane ergen piç var. düzgün çocuklar ama. hani sahilde kız ayarlarız diye akdeniz akşamları çalan ya da ne bileyim, böyle gözlüğün ardına sığınıp entelektüel takılarak yaşıtlarının dikkatini çekmeye çalışan tipler değil. anladım ne olduklarını, yaşım 30 ve çok şey gördüm. neyse, sitenin lokalinde küçük bir oda var boş ve bu çocuklar kapı kapı dolaşıp bundan bahsediyorlar. rahat olup müzik yapalım kendimizce, bir şeyler okuyalım, izleyelim diyorlar. bunun için kendi çaplarında kermes düzenlemişler pazar gününe. haber vermeye gelmiş piçin biri bu konuyla ilgili olarak işte. bornozla çıktım kapıya amk, kafam zaten bangladeş. tamam olm, dedim, yaparız bir şeyler. pazar öğleden sonra indim aşağı. baktım ne var ne yok diye kermes tezgahında. selam verdi çocular abi hoşgeldin diye. bitanesi efes extra çıkardı, buyur etti. olm dedim, ben bu boku üniversitedeyken çok içtim, iç organlarınız anasının amını görür, fazla bulaşmayın deyip götürdüm birayı. satışlar nasıl bari, oda yapılacak kadar var mı dedim. inceden oluyor birşeyler dediler esnaf ağzıyla. yukarı çıktım birayı içip. evde iki hatun vardı, bi de sap arkadaş. durumu anlattım. kızlardan biri fularını verdi üzerine parfümü bulaşmış, diğeri para vereyim dedi önce, olmaz dedim. güzel bi gümüş bilekliği vardı, onu çıkarıp verdi. bizim sap arkadaş da güzel bi kalem verdi. ben de ok ve yayı alıp indim aşağı. alın dedim çocuklar satın bunları. baktım yönetici orada, kafamı çevirdim orospu çocuğuna. eski bi tost makinası vardı, onu aldım 10 liraya bu arada ama tost makinası derken ocakta ısıtıyorsun, elektrikli değil. pazartesi sabahı kapıda sarılmış bir şey buldum. ok ve yay olduğunu anladım. biri bana güzellik yapmıştı yapmış olduğum şeye karşı. o akşam buldum veletleri, ne olduğunu söylemediler. şimdi bi odaları var ama. iki tane de poster verdim olnlara, biri casablanca filminin, diğer ise jim morrison’ın. uğrayamadım ama o muhabbetten sonra odalarına. ok evde hala anlayacağınız. ben onu bıraksam bile o beni bırakmıyor tüm orospu çocuklarına rağmen sokakta yapılan her şeyi seviyorum. hayat dışarıda yaşanıyor esasen. bizlerse böyle kümelerin içine hapsedilmiş, sanki tecrit edilmiş gibiyiz betonların arasında. bu yüzden panpalar, bu gece sizler için siya siyabend’den “ağrı dağından uçtum” adlı eseri dinliyorum ve defalara dinlicem. dediğim gibi, yaşam sokaklarda. bizler ise sadece bulunduğumuz kuytulardan elimizi uzatmaya çalışıyoruz bir yerlere ama buradaki orospu evlatlarına bunu anlatamam; anlatmam. zaten mimliyiz amk, adımız çıkmış okçuya. kımız içiyorum sanki sabahlara kadar. bulursam at eti de yicem ama tavuk daha güzel sanki. belki de sucuk ızgara. evet, asla hayır demem şunu anladım ama, cehalet en büyük mutluluktur. ne kadar biliyorsan değil, ne kadar bilmiyorsan ayrı bir piçsin. yapı kredi plazaya yolum düşmüştü bir iş için. orada ekşi sözlüğün ofisi var. lan dedim şuraya bi uğriim. kafamı uzattım kapılarından ve boooommm dedim. hepsi yere yattı amk siteye ve özellikle bizim bloğa giriş çıkışlar bayaa arttı son günlerde, bu yüzden kuşkulanmaya başlamıştım. tamam çok haneli yerlerde hiç tanımadığın insanlarla karşılaşabiliyorsun ama bizimki normalden fazla gibiydi. muhtemelen blokta eskort hatunlar vardı. bu eskort hatunlar da biraz enteresan. kendi bloğundan hiç kimseye vermezler mesela, hiç muhatap olmazlar kimseyle afişe olmamak için. neyse, önce işe sanal ortamdaki eskort sitelerini araştırarak başladım acaba bir komşuya rastlayabilecek miyim diye. kuşku duyduklarımı arayıp nerede oturduklarını soruyordum bakalım bizim sitenin adını veren olacak mı, merak ediyordum. 1 saat kadar uğraştım böyle, sonra baktım boşalacak gibi oldum, neyse siktir et dedim. aşağı indim elimde telefonla, blok girişine. koridorun hemen önünde küçük bir masa var apartman görevilisi arada otursun diye ve üzerinde kebapçıların, pizzacıların vs broşürleri oluyor. oturdum oraya. bloğa girenlerden tanımadığım adamlara hangi daireye geldiklerini soruyordum ve şüphelendiklerimin cep telefonuyla fotoğrafını çekiyordum; okum yanımdaydı. 2 saat içinde yedinci kata ve aynı numaralı daireye geldiğini söyleyen 3 kişi ile karşılaştım. hepsinin fotoğrafını çektim. kapıcıya sordum sonra, kim oturuyor diye burada. artık kapıcılara apartman görevlisi ya da teknisyen deniyor, unutmayın. irem hanım diye birisi var dedi. irem? eskort irem. neden olmasın amk. bunun daha başka mantıklı açıklaması yoktu. sonra üşenmedim ve elimde belgelerle birlikte yöneticinin kapısına gittim. dedim böyle böyle, bana gürültü yapıyorsun, taşkınlık yapıyorsun, içip içip insanlara rahatsızlık veriyorsun diyorsun ama sitemizde eskortlar var dedim. eskort ne dedi, ford eskort amk dedim. gerizekalı yaa, umumhane var senin anlayacağın şekilde diye düzelttim sonra. araştırıcam bunu dedi. amkmun evladı tbmm insan hakları komisyonu başkanı sanki, neyi araştırıcan lan ahaha, tribe bak. hayır yani kızdığım olay, bizim kız arkadaşlarımız geldiğinde tip tip bakan, siteyi geneleve çeviriyorlar diyen orospu çocuklarının bu tarz bir şeye göz yumuyor olmasıydı. muhtemelen belli bir çıkarları vardı bu işte ve bunu bulmaya yemin etmiştim. şimdi bazı şeyler daha da netleşmeye başladı çünkü. elimden kurtulamayacaklar. detayları ve gelişmeleri siz panpalarımla paylaşmaya devam edicem bu yaz sonu bir cumartesi akşamı sitenin havuzbaşında yaza hoşçakal partisi verildi. ahaha isme bak, yaza hoşçakal. amk bir şey sanmayın ama öyle deyince, yönetici yardımcısı olacak götveren güzel çiğköfte yapıyormuş da, işte geceye katılım bedeli kişi başı şu kadar olacak diye blok koridorundaki panoya yazı asmışlar 1 hafta öncesinden. sanırsın reina’ya tiesto’yu getirecekler. sığırlar hep televizyonda gördükleri şeylere özeniyorlar diye geçirdim aklımdan ama makara olsun diye gitmek de istiyordum. iki tane hatunu ve üç tane erkek arkadaşı davet edecektim, kalabalık olalım istedim çünkü biraz daha çekilebilir olacaktı her şey. yönetimi aradım eve çıkınca, malın biri var aylık maaş alıp evrak işlerini halleden, o açtı telefonu. katılım bedeli kişi başı 10 tl demişsiniz, bu fiyata dahil olan ne acaba öğrenmek istiyorum dedim. salata, çiğ köfte, küçük çapta meze, ayran ya da meşrubat dedi. djahgsdjhdsg meşrubat ne amk dedim, işte kola, gazoz, meyve suyu falan gibi bir şey diye cevap verdi. 5 kişi gelicez ve kendi içkimizi getiricez, ben meşrubat falan içemem dedim, ona göre fiyatta bir şeyler yapın. valla menü bu dedi, zaten maliyetine yapılıyor, herhangi bir şey yapamayız ücret hususunda dedi siktiğimin zangocu. öyle mi dedim, öyle. tamam amk. cumartesi gecesi arkadaşlar geldi, evde biraz demlendik. sonra dışarı çıktım, ünlü bir çiğköfte markasından 1,5 porsiyon çiğköfte aldım ve tekelden de büyük rakı aldım yanına. zaten fazla katılım olmamıştı, hava esiyordu biraz. tekrar yukarı çıktım ve arkadaşlarla hazırlığımızı yapıp aşağı indik. bana fiyat 10 tl, zaten maliyeti bu diyen götvereni gördüm orada, hiç oralı olmadan geçtim boş masalardan birine. götü yemedi bir şey demeye çünkü ticari bir olay değil demişti ya, sadece maliyetini alıyoruz baabında. yok oturamazsınız ya da dışarıdan havuzbaşına yiyecek getiremezsiniz dese, burası lale hotel değil, biz de yarım pansiyon konaklamıyoruz, sokarım oku götüne dicem. dedim ki, bak hayri bey ben şu görmüş olduğun çiğköfte ve büyük rakıya 50 tl verdim; sizin istediğiniz paraya çiğköftenin kralını yiyip kafamız da otursun istedim. yanımdaki saplardan biri ney çalıyordu, gelirken getirmesini de tembihlemiştim. içtikçe çal oğlum dedim, içtikçe daha bir güzel oldu her şey. en azından bazılarının keriz olmadığımızı anlamış olması gayet güzeldi. insanları anlamak gerçekten zor. bazen bana laf eden, bana sorunlu diyen götverenlerin nasıl tipler olduğunu görmek gerçekten hoşuma gidiyor. mesela 30′lu yaşlarının sonlarını yaşayan ve hafif kaçıktan bi hatun olan alt komşum var. tam alt katıma denk geliyor ve arada gürültü olduğunda, seks olduğunda sopa gibi bir şeyle yukarı vuruyor, uyarı hesabı kevaşe. ama bu cidden hastalık boyutunda. hani osursak tavanına vurup bize uyarı gönderiyor ama bugüne kadar yönetime şikayet ettiğine şahit olmadım. neyse, bi gün saat 16:00 sularında baktım alt kattan tartışma sesleri geliyor. karının sesinden anladım zaten, bizim evde kalmış meymenetsizdi kesin ama diğer sesi çıkaramadım. merak edip alt kata indim. asansörle indim ama, üşendim merdivenlerden inmeye. sonuçta bloğumda olan şeyler beni de dolaylı yoldan ilgilendiriyor. hayır yani o kaltağa bir şey olsa belki beni de suçlayabilirler psikopat bildikleri için, hayatta insanın başına her şey gelebilir bu amkmun yerinde. asansörün kapısını aralayıp kafayı uzattım, bi baktım bizim karı adamın biriyle tartışıyor. meğersem iç oda kapısı yaptırmış anladığım üzere, aman neden şöyle neden böyle oldu, şikayet edicem diyor. hayırdır bayan dedim sonra yaklaşarak, bi sorun mu var? gelin bi bakın allasen dedi, şu kapıların kollarına bakın. insan üzerine naylon koyar, bi koruma yapar; şimdi ben bu adamların dokunduğu şeye el sürmek zorunda mıyım dedi. allah belanı versin dedim içimden, uğraştığın şeye bak. ama böyle tiplerin derdi bellidir az buz. ulan adamlar zaten gariban, bana bakıyorlar kedi yavrusu gibi çaresizce. karıya dönüp dedim ki, bakın bayan, siz bu kapı kollarını tutamıyorsunuz şimdi başkası dokundu diye, yarın öbür gün evlenseniz siki nasıl tutucaksınız? kafamı çevirip çıktım yukarı ne cevap vereceğini beklemeden, zaten bir şey de demedi. hiçkimse bir şey demedi. çok derin bir sessizlik oldu, blok sessizlikten yıkılacaktı sanki. sonra eve girdim, dünden kalan bi duble kadar rakı vardı, onu doldurup fondip yaptım ve üzerine bi erik yedim. konu kapanmıştı sanırım, bugüne kadar herhangi bir şikayet de olmadı zaten bir öğleden sonra sitenin dışındaki şarküteriye uğradım biraz tulum peyniri alayım diye. çatalcalı bi çocuk varmış, her gün köy sütü geliyormuş o taraflardan, abi alsana dedi. ulan dedim ne işim olur sütle kompostoyla. en azından yoğurt falan yaparsın, çok güzel olur dedi. o an düşündüm, hayatımda hiç yoğurt yapmamıştım. iyi amk dedim, enteresan olabilir, alalım bakalım. 5 lt’lik pet şişeye doldurup verdiler büyük bidondan. siteye girdim, baktım bloğun önünde 3 tane zibidi oturuyor yere çömelmiş, biri hatun ama. hani siktiğimin emo tipleri var ya, sözlükte de çok var bu amkmun evlatlarından. tiksiniyorum adeta. iyi çocuklar da var sitede ama bunların o özentiliği midemi bulandırıyor. hepsinin üzerinde kurt cobain’in bunalım hırkasından var. bitanesinin elinde dandik lumix fotoğraf makinesi, hayır yani dört köşe beton, neyini çekiyorsa artık amkmun evladı; diğer kevaşenin kucağında yavru kedi, birinin saçlar dana yalamış gibi yapışmış alnına. napıyosunuz lan burada dedim, hiieeç dedi sığırlardan biri. zaten başka bir şey beklemezdim diyip çıktım yukarı. valideyi aradım, nasıl yoğurt yaparım öğreneyim diye. sütü tencerede ısıt dedi, hafif ısınmışken içine iki üç kaşık yoğurt koyup karıştır dedi. eyvallah, sonra? sonra tencereyi yünlü bir şeylere sarıp bir kenara koy ve 1 gün bekle dedi. 3 tane hırka yeter mi dedim sarmak için, yeter dedi. indim aşağı, zibidilerin yanına gidip hırkalarınız lazım bana 1 günlüğüne, çıkarın dedim. ama abi falan, çıkarın amk çarpıcam şimdi dedim. çıkardılar. yarın akşam gelin alın evden diyerek çıktım yukarı, sardım tencereyi iyice, koydum bir kenara. ertesi gün tencereyi açıp baktım, yoğurt olmuştu cidden. tadı da gayet güzeldi. akşam emolardan biri geldi, yau ağbie bisim hırqalarımızh ne olhdu diye sordu. bekle dedim, getirdim hırkalarını, verdim piçe. tam gidiyordu ki, dur dur dedim, içeri gidip zaten hafif sıvımsı olan yoğurttan (evde yapılan yoğurt hazırları gibi olmuyor, daha sıvımsı, katı ayran kıvamında) bir bardağa döküp getirdim, al lan iç dedim. ama ağbie falan, iç ulan dedim. zorla içirdim yoğurdu piç kurusuna. öğrenin dedim bunları, ecdadınızı bilin, yoğurt yiyin biraz dedim ve içeri girdim. o akşam rakı içerken cidden içimde tuhaf bir mutluluk vardı, sonra biraz cacık yaptım ve uzun zamandan beri ilk defa erkenden uyudum malumunuz aralık ayına girdik, yılbaşı geliyor yani. yılbaşı akşamları dışarı çıkmayı sevmem pek, evde dostlarla takılmayı tercih etmişimdir genellikle. bu yılbaşı için site yönetimine dilekçe yazdım, süslemeleriyle ışıklandırmasıyla birlikte bir noel ağacı istedim sitenin ortasına. dün akşam yönetici yardımcısı aradı ve bu tarz kararların genel istek doğrultusunda alındığından bahsetti. sokayım genelinize dedim, ben mescide gitmiyorum mesela ama benden jut tabanlı mescit halısı, klima, tesbih, abdest terliği vs almak için aidat kesintisi yaparken iyi miydi, aylık faaliyet raporlarını okumuyorum sanma dedim. peki benim hakkım ne olucak? bunu tekrar görüşücez dedi, iyi dedim ve kapattım telefonu suratına. hem, hani filmlerdeki yaşantıya özeniyordunuz ibneler? fitness salonu, hamam, sauna, açık ve kapalı havuz falan. noel ağacı mı girdi götünüze şimdi ben istiyorum diye. sonra üşenmedim ve bizim bloktaki daireleri tek tek dolaşarak yılbaşı süslemeleriyle ilgili fikrimi ilettim komşulara, destek vermelerini istedim. kimi olumlu baktı mevzuya, olumsuz bakanları da tek tek daire numaralarıyla birlikte kaydettim deftere. ya o arada yaşlı bi komşumuz evladım sende mınçıka mı varmış, ne varmış öyle dedi. teyze mınçıka ne amk, ok o ok dedim. bütün sinirim boşaldı bi anda. neyse, bu iş olmazsa eğer, bizim bloğun önündeki akasya ağacına yukarıdan cereyanı basıp kendim kurucam düzeneği. sitenin içine hindi salmayan okçuyu da siksinler. görücez bakalım bi keresinde site yönetimi toplantısına katılmıştım makara olsun diye. amk tipleri görüceksiniz ama, sanırsın yaşaran holding’in aylık genel kurul toplantısındayız, herkes takım elbise giymiş. ben şortla gitmiştim oysa ki, üzerimde de the beatles yazan siyah t-shirt ve ikide bir kopan parmakarası terliklerim. yönetimde görev alan biri var, sesi ve konuşması aynı necmettin erbakan’a benziyor adamın. baktım anlatıyor işte sitemizi daha da güzelleştirmek için gayret gösteriyoruz, güvenliğe yatırım yapıyoruz, yok fitness salonuydu, yok süs havuzuydu, yok yüzme havuzuna dökülen klordu vesaire derken beni bi gülme aldı ama nasıl böyle; aklıma necmettin erbakan geliyordu, sanki böyle apartman toplantısına gelmişti bizi ziyarete. karnıma ağrı girdi inanın gülmekten, millet bakıyor böyle tip tip ama kimse de bir şey diyemiyor falan. sonra topladım kendimi, baktım kimse yemiyor, masanın üzerindeki kurabiyeleri yedim meyve suyuyla birlikte ve size kolay gelsin deyip çıktım odadan. eve giderken hala gülüyordum inceden özellikle uyuz olduğum götveren bi güvenlik var. böyle güneş gözlüğü falan takıyor ama tripleri görseniz, sanırsın obama’nın yakın koruması amk. işini çok ciddiye alıyor; siteye girenleri araştırmalar, devriye atmalar, misafirleri binanın içine kadar götürmeler falan. araştırıp facebook profilini buldum, meslek bölümünde private security yazıyor ahaha, adeta uçmuş amkmun evladı. neyse, bi akşam tekele çıktım rakı almak için, baktım bizim bloğun koridorunda kapıcıya bir şeyler tembihliyor bu sığır. hiç bakmadım yüzlerine, direkt çıktım dışarı. döndüğümde ne göreyim, telsizi binanın girişindeki danışma masasında unutmuş mal, hani geçen eskortları tespit ederken oturduğum masada. telsizi alıp eve çıktım. bi duble rakı doldurdum, bi de sigara yaktım ve geçtim bilgisayarın başına. askerliği çorlu’da 301 kd olarak yapmıştım. telsizlerden anlarım, muhabere bilgim var yani. açtım orhan gencebay’dan hatasız kul olmaz’ı. zeki müren açsam benim olduğumu anlayabilirlerdi çünkü. bastım telsizin mandalına, açtım sesi, hataasız kuul olmaaaz dırıdın dırıdın dırıdın hatamla sev benii stop, 38 anlaşılmadı, dermansız dert olmaaaızz dermanaa saal beniiğğ stop, ne diyosun mustafa?. ilerledi böyle şarkı tabi ve sesi açtım iyice, feryaadaa gücümm yoook, feryatsız duy beniiiğ dırdırı dırıdırı dı sevenlerin aşkınaaa ne olur sev beniiğ sev beniiiğğğ stop, ananı sikeyim mustafa ananııı baya eğlendim ama o dubleyi içene kadar. sonra sessizce inip telsizi bulduğum yere geri bıraktım. o akşam tüm site inlemişti hatasız kul olmaz diye geçen hafta bi arkadaşım geldi akşam rakı içelim diye. sitenin misafir otoparkında yer yoktu, içeri alalım bari arabayı dedim. ama siktiğimin uzaktan kumandası uzaktan kumanda edemiyor maalesef, mecbur aşağı inmek durumunda kaldım site girişine kadar ve arabaya bindim. öbür türlü misafir aracı diye içeriye almıyorlar çünkü, güvenlik sebebiyle. sizin güvenliğinizi sikeyim ben. elini versen kolunu kaptırırsın burada. neyse, bana ayrılan parkın yan tarafına parkettik arkadaşın arabayı. araçtan indik, tam yürümeye başladık ki, bizim komşu, bloktan bağırıyor aşağıya doğru benim park yerimden aracınızı çekin lütfen diye. ulan dedim, senin araban bile yok, neyi çekicez? olsun dedi, benim yerim orası. öyle mi, öyle. tamam dedim amk, bir yan taraftaki parka çektirdim arabayı. eve çıktık, 10 dakika geçmeden aşağıya indim ve adamın park yerine zamanında shell’den yakıt karşılığı aldığım sikindirik f1 arabalarından bir tanesini koydum. sonra çıktım bunun kapısına, çaldım zili. açtı kapıyı, dedim ki ya senin arabayı görmemişiz biz, kusura bakma. ne arabası dedi, araba park ediyormuş orada küçük bi şey vardı dedim ve iyi akşamlar dileyerek daireme geçtim. güzel bir geceydi, sonra hatunlar da geldi. rakı da güzeldi ama biraz asabımı bozmuştu götveren. boşver dedim sonra, bi duble daha rakı doldurdum içinde bulunduğumuz ortama rağmen sevdiğim bi komşum var ama. aynı blokta oturuyoruz. bi gün sitenin kafesinde tavla turnuvası vardı çeyrek altın ödüllü, orada tavla oynarken tanıştık. öyle turnuvaymış, yok aktiviteymiş falan pek sevmiyorum çünkü etraf sığır dolu yani kimseyle paylaşacağım bir şey yok ama kafam güzeldi belki de, o yüzden katılayım dedim sanırım. yok lan, belki de o ara bi arkadaşın düğünü vardı, kazanırsam çeyreği alıp takarım diye düşünmüş de olabilirim. amk adam zar atıyor ama kafasına göre oynuyor göt. dedim abi sarhoş değilim, kimse kimseyi sikmesin şimdi burada; hisli adamım ben, içinde bu tarz yavşaklık olan mevzulara hiç gelemem. o anda bi muhabbet koptu. samimi geldim herhalde, başladı anlatmaya. ihtilal zamanında içeri almışlar, biraz marizlemişler. siyasi görüşümüz pek uymuyordu ama muhabbeti sarmıştı. yine yanlış oynuyordu, dayı dedim bak sen bunu alışkanlık haline getirmişsin; kapadım tavlayı, eleyin amk beni dedim turnuvadan, sikerim çeyrek altınınızı. gel zaman git zaman dayıyla ara ara muhabbet eder olduk denk geldiğinde ama tavla oynamadım bi daha hiç. bi akşam, sanırım saat 23:00 sularıydı, kapım çaldı. bi baktım bu dayı, dedi ki okçu sende rakı vardır, dişim ağrıyor bi çay bardağı verir misin?. dedim ki dayı valla rakı kalmadı ama sana daha tesirli bir şey vericem. hava yollarında pilot abilerim var, arada içki getiriyorlar sağolsunlar. absinthe diye bir içki getirmişti biri. böyle yeni yetme özenti piç kurusu muhabbetlerinde çok lafını yaparlar bunun ama tuhaftır ki hiçkimse de içmemiştir. ben birkaç kere denedim ama pek tat alamadım açıkçası. salladı da hani. kafa yapıyor fakat muhabbetle güzel olmadan içmek tarzım değil. neyse, dayı dedim daha tesirli bir şey var. dişimin ağrısı geçer mi diye sordu, kafanı bile hissetmezsin amk dedim. dayıya bi çay bardağı absinthe verip yolladım. ertesi gün adamı süs havuzunda bulmuşlar, olta atıyomuş ucuna ekmek bağlayıp. duydum ve güldüm biraz, sonra iki dilim sucuk attım teflona, bi duble rakı doldurup ulan dedim okçu, iyi ki rakı içiyosun, öbürü bozar bizi cidden biraz önce aradılar yine. işte biz yönetimden arıyoruz, komşunuzdan şikayet var, çok sifon çekiyormuşsunuz. sıçmayalım mı amk dedim. neyin peşindesiniz? hayır yani bu ay 43 kere gusül abdesti aldık, 5 kere çamaşır makinesi ve 7 kere de bulaşık makinesi çalıştı, onları da saydınız mı dedim. bahçeşehir ya da benzeri bir yer; hep mevzular aynı. aynı tiplerle birlikte yaşıyorsun panpa fitness salonuna gittim bi akşam. dışarısı soğuktu, sadece koşu bandında tek başıma yürümek için gitmiştim oraya. yürüdüm biraz tek başıma. sonra kafeye geçtim. kafede site yöneticisini gördüm. sizi mescitde de görmek isteriz dedi bana. tabi dedim, geliriz oraya da tabii ki. yatsı okunuyordu herhalde, topladı etrafındakileri. giderken bana baktı hadi sen de gel hesabı, ben de eyvallah dermişçesine onayladım. mescite gidiyordum. bu arada tanrıya inanırım. giderken bi yavru kedi buldum ve aldım polarımın içine. adamlar cemaat kurup namaza durdu, ben de bakıp kılıyorum tabi. yöneticinin secdeye yattığı bir an, kafamı kaldırıp çıkardım koynumdan kediyi ve sırtına attım piçin. hayatımda bu kadar içten bi aalllahh sesi duymadım ama, herkes irkildi. kedi piçi de nasıl tırmıkladıysa artık, ortalık karıştı tabi. kedi kaçtı dışarı nasıl yol bulduysa artık, konsantrem bozuldu diye çıktım ben de mescitten. eve gittim sonra, kurufasülye yapmıştı bi hatun, onu yiyip bi su bardağına kırmızı şarap doldurdum geçen hafta bi gün evde kahvaltı yapmaya üşendim. dedim ki bari ineyim site içindeki kafeye, orada atıştırırım bir şeyler. büfeden gazete aldım ve kafeye geçtim. demli çay söyledim ince belli bardakta, 2 tane de peynirli poğaça. poğaçalar geldi, ulan bir ısırdım, iki ısırdım, alla alla; poğaçada peynir yok amk. garsonu çağırdım, ben peynirli poğaça istemiştim dedim, yanlış getirdin galiba. hayır abi peynirli poğaça bu dedi. poğaçanın içini açtım ve garsona göstererek, ulan dedim bunu yapan hangi ibneyse poğaçanın içine peynir koyacağına poğaçaya doğru hafifçe peyniir diye fısıldamış ve kapatmış herhalde, peynir görebiliyor musun sen? abi bir şeyler var sanki dedi. git dedim içeriden bi dilim beyaz peynir getir. peynir geldiğinde açtım tekrar poğaçanın içini, bastım peyniri içine. bak dedim, peynirli poğaça böyle oluyor. kahvaltımı yaptıktan sonra hesabı istedim. hesap geldi ve adisyona baktım; bir çay 1 tl, iki peynirli poğaça 3 tl, bir dilim peynir 3 tl, toplamda 7 tl yazıyor. cebimden 5 tl çıkardım, garson geldiğinde kulağına doğru yediii diye fısıldadım ve beşliği bırakıp çıktım mekandan. sabah sabah canım sıkılmıştı; eve gidip sağa sola biraz ok atar da rahatlarım belki diye geçirdim içimden arada pizza söylediğim bir yer var. genelde aynı çocuk getiriyor siparişleri. bi akşam eve girerken baktım yan bloğun önüne çekiyor motoru, pizza getirmiş birine. naber lan keraneci dedim, napıyosun. sağol abi dedi, iş güç devam. ver bakayım şu motoru biraz dolanayım site içinde sen gelene kadar dedim. hiç tereddüt etmeden buyur abi dedi. pizzacı motorlarını bilirsiniz, scooter tarzı. kebapçılar falan da hep aynı tip motor kullanır. neyse bindim, biraz hız yapayım dedim. hava zaten karanlık, hafiften kafam da güzel. biri geliyordu karşıdan, üzerine doğru sürdüm motoru böyle korkutmak için, fren mesafesini tam ayarlayamayınca çarptım adama amk. bi baktım bizim kapıcı, yerde sudan çıkmış istavrit gibi oynuyor. indim motordan. hiç bozuntuya vermeden naber sadık nasılsın dedim. iyi değilim abi dedi. pardon kardeşim yaa dedim, görmedim karanlıkta, aniden önüme çıktın. sen üzerime sürdün diyemiyor tabi, biliyor beni. kalktı ayağa, baktım bişeyi yok. iyisin iyi maşallah dedim, domuz gibisin. üzerini silkeliyormuş gibi yaptım biraz, gönlünü almak lazım tabi. sonra tekrar atladım motora, yan bloğun önüne gittim. pizzacı çocuk beni bekliyordu, teşekkür ettim ve eve çıktım ben de. evde bira vardı, açtım bi tane buz gibi, birkaç parça da eski kaşar dilimleyip bi sigara yaktım. ulan düşündüm sonra, çarptığım yönetici falan olsa ne olurdu amk diye. kendi kendime gülümsedim ve bi fırt çektim biradan, peynir de güzeldi gerçekten sitede bir de büfe var, ıvır zıvır alışveriş için ama alkol satmıyor diye uyuzum ibneye, o yüzden alışveriş yapmıyorum pek. adamın tipi aynı metin milli’ye benziyor amk; eskiler bilir, metin milli diye bi şarkıcı vardı. böyle 35 ekran bi kafa var lavukta, manda başı gibi. artı olarak bıyık ve hareli kahverengi kemik gözlükler falan. arada büfenin önüne gidiyorum ve buna bakıp gülüyorum böyle pis pis. hani çocuklar birini kızdırmak için güler ya, aynı o hesap. bir şey de diyemiyor amk. mimli adamım, biliyor tabi; bulaşmayalım şuna hiç diyor belki de. geçen sırf pislik olsun diye bi hürriyet gazetesi, bir şişe soda, bir de tüp çokokrem aldım, 200 tl verdim. dedi ki sonra alırız, problem değil. yok abi al dedim, olur mu hiç öyle şey, ölümlü dünya. yarın ne olacağımız belli değil. içinden saydırıyordu bana kesin ama dediğim gibi bir şey diyemiyordu. zorla bozdurttum parayı amk. sonra diğer cebimden 5 tl çıkardım. hadi bee dedim, abi valla kusura bakma varmış bozuk. hayırlı işler diyerek eve gittim, sodayı açıp içtim. midem rahatlamıştı bayaa. güzel bir gün diye geçirdim içimden sonra, terasa çıkıp bir sigara yaktım. yeni işe alınan bir güvenliğe oryantasyon eğitimi veriyorlardı aşağıda, onları seyrettim gülerek. o akşam motosikletle çarptığım kapıcımız sadik ile yönetici olacak götveren bloktaki daireleri tek tek dolaşıp blok ve site hizmetlerinden memnun olup olmadıklarını soruyordulardı herkese. tabi sesler geliyor, çözdüm olayı anında. yan dairedelerdi. sıra bana geliyordu. koştum banyodan diş fırçamı aldım, diğer elimde de tüp çokokrem vardı. zili çaldılar, kapıyı açtım. hayırdır dedim. bu meyanda çokokremi diş fırçasına sıktım ve başladım dişlerimi onunla fırçalamaya. bana bakışlarını görücektiniz ama, hayalet görmüş gibi sanki. sonra birbirlerine baktılar öylece. ben bu meyanda çokokremle dişlerimi fırçalamaya devam ediyorum ama bunlara bakarak ve kaş göz ile evet anlatın bakalım baabında mimik yapıyorum. eee dedi yönetici boru sesiyle, iyi akşamlar dileriz; yan daireye geçtiler. kapadım kapıyı. hemen bi yudum su içerek bunların duyacağı şekilde gargara yaptım gürültülü bir halde. yöneticinin sesi geliyor yan taraftan hay allah belanı versin yaa diye. kapıyı açıp yan dairenin oraya baktım bunlara doğru tiptip, tekrar içeri girdim. sonra bi daha kapıyı açıp bunlara baktıktan sonra tekrar içeri girdim. amk psikolojilerini sikip attım orada iki dakikada. sonra bi duble rakı doldurdum ve kendi kendime gülmeye başladım amk, ulan okçu biraz daha kalırsan burada herkes kafayı yiyecek diye hayat zaten spontane amk. plan program yapsan ne sike yarayacak ki? bi kız arkadaşım vardı. hediye olarak ördek getirmiş bana. bildiğin yavru ördek işte. bi ördeğimiz eksikti zaten. yaz aylarıydı, terasta besliyorum tabi ama bu götveren hayvanlar çok pis. sakın kız arkadaşlarınıza ördek falan almayın sevimli olucam diye ya da ördek getiren kız arkadaşlarınız olursa anında koyun kapıya. ulan her tarafa sıçıyor musibet, bi de çok pis kokuyor. küçükken sevimli belki de gerçekten, evet ama büyümeye başladıklarında hiç çekilmiyor bu tarz hayanlar. hatun geldi bi akşam, rakı içiyoruz. dedi ki okçu bu aralar çok içiyorsun. ulan dedim, biz seninle nerede tanıştık? barda. daha ne amk, neyin tafrasını yapıyorsun şimdi bana. yok işte ne olucak böyle, nasıl yapıcaz falan. yöneticiden betersin dedim, ayık kafayla demek ki hiç çekilmeyeceksin, o yüzden içiyorum. baktım çantasını falan toplamaya başladı, bırakıp gidicek yani. siktiğimin ördeğini de al dedim, almadı. geri gelmek için bahanesi olsun istiyordu belki de. iyi dedim amk; aldım ördeği kucağıma ve aşağı inip süs havuzuna bıraktım. şimdi orada hala, daha da büyüdü. işin enteresan tarafı, herkes de ilgi gösteriyor amk. ulan diyorum bazen, şuradan bi ok salla şuna ama kıyamıyorum sonra boşver diyorum. neyse, benden uzak olsun da, yüzüyor mu artık sıçıyor mu, ne bok yiyorsa yesin evet apartmanlar daha samimi böyle çok katlı bloklardan ya da sitelerden. en azından herkes birbirini tanıyor. oysa ben her gün gelip giderken tanımadığım bir sürü insanla karşılaşıyorum. bi akşam aşağı inmek için asansör bekliyorum katta. bizim yaşlı bi komşu ölmüştü, daha önce bahsetmiştim. onun evinden iki kişi çıktı. bi tanesi hatun, cidden çok da güzel bi hatun. diğeri ise mıymıntının tekiydi. sanırım taziyeye gelmişler. asansör geldi ve girdik kabine. ben tam z düğmesine basıcam, bi baktım bu mal atladı hemen kendisi bastı. ulan dedim töbe töbe. bu arada hatunu da kesiyorum tabi inceden. aynı gülşen bubikoğlu’na benziyordu, öyle bir güzellik işte. neyse, asansör tam zemin kata inmek üzereyken durdu, kapıyı gördük ama bir yarım metre kadar daha var tam kapının açılabilmesi için. yine elektrikler gitmişti anladığım üzere, nasıl olsa bir dakikaya kalmaz gelecekti, biliyordum. daha önce başıma geldi çünkü. baktım benden önce düğmeye basan angut panik halinde zıplıyor asansörde aşağı insin diye, yarım metre kalmış ya hani, basıncıyla aşağı indirecek asansörü; mantaliteye bak amk. napıyorsun lan gerizekalı dedim, kız güldü. tanrım, gerçekten çok güzel gülüyordu. ben de biraz daha gülsün istedim ve hadi dedim, biz de uyalım bu sivriye madem, hep beraber zıplayalım amk, belki bi tesiri olur. biraz zıpladık. sonra jeneratör devreye girdi zaten ve asansör kata indi tam anlamıyla. açtım kapıyı, çıktık dışarı. hatun iyi akşamlar dedi bana ve bi baktım yönetici yardımcısının oturduğu dairenin kapısına gitti. hani o ayağını fare ısıran göt var ya, o işte. ulan meğersem o adamın kızıymış. hasiktir dedim okçu, kısmetine bak amk. rakı alıp döndüm eve. fasülye turşusu da vardı biraz ki gerçekten çok severim. ilk dubleyi doldurup fondip yaptım, ikincisini ise ağır yudumlarla içerken bi yandan fasulye turşusu yiyip diğer yandan da düşünüyordum amk öyle bi sığırdan böyle bi kız nasıl meydana gelir diye. karanlık çökmüştü. bu sefer zeki müren değil de, bi halil sezai açayım dedim, yanıma gel diyordu. ikinci duble de bitti; yenisini doldurdum. hayat gerçekten tuhaftı biraz önce iki kız arkadaş geldi; canları çekmiş, evimde un helvası kavuruyorlar; dedim öldük mü amk. beyler, cidden evinize böyle tipleri almayın. elalemin hatunları ne güzel fırında makarna falan yapıyor. bize denk gelenler de helva kavurur ancak zaten. komşulara dağıtıcam bi kısmını birazdan, neşem öldü amk sitenin çocuk oyun parkının arka tarafında bir duvar var. bi akşam kafede konuşurlarken duymuştum, o duvara çiçekli böcekli resim yaptırıcakmış yönetim. hem duvarın yarattığı görüntü kirliliği ortadan kalksın, hem de neşeli bir şeyler olsun diye. hayret amk, bu sığırlardan hiç beklemezdim böyle bir şeyi. bunu yapabilecek tanıdık biri olup olmadığını soruyorlardı birbirlerine. lafı duyunca dönüp dedim ki, benim bi kız arkadaşım var güzel sanatlar mezunu, harika resim yapar. daha önce böyle profesyonel duvar çalışmaları olduğunu da bildiğim için onu çağırabileceğimi ve fiyat alabileceğimizi söyledim, teşekkür ettiler ve görüşmek istediklerini söylediler. aradım hatunu, dedim böyle böyle, gel de hallet şu işi, ücreti neyse verecekler. kabul etti ve ertesi akşam için sözleştik. ertesi gün akşama doğru hatun geldi; bir duble rakı doldurdum kendime, o da vodka-nar içti. sonra aradım yönetimi, arkadaş geldi dedim, birazdan görüşmek için geliyoruz, bi yere ayrılmayın. gittik tabi, orada işin detayını anlattılar. işte duvarımızın ebatı yaklaşık olarak 40 m2 büyüklüğünde. örnek bir resim göstererek bu tarz bir şey istiyoruz, kaliteli boya kullanılmasını ve çabuk eskimemesini istiyoruz, yaklaşık maliyet ne kadar olacak bize diye sordular. kızcağız üşenmeden yazdı, çizdi hesap yaptı. şu boyadan şu kadar gider, en az 3 gün sürer bu tarz bir resmi yapmak vesaire vesaire. en nihayetinde 1000 tl’ye yaparım ben bu işi dedi tüm masraflar bana ait olmak üzere. adam dedi ki, ya boyacı 500 tl istiyor ama. ulan diye atladım lafa, boyacı mı bu kız amk, angut. hem iyi boya istiyorsun, hem çıkmasın diyorsun, hem güzel olsun ve şu resme benzesin diyorsun, hem de boyacı 500 tl istedi diyorsun. simsar mısın lan sen alçak, okumu çıkarttırmayın bana amk. yok işte kem küm falan filan. sokarım sizin duvarınıza da boyacınıza da, rezil ettiniz beni dedim, çıktık hatunla birlikte kapıdan. nasıl sinirlendim ama görseniz, o an yanımda ok olsa yemin ederim saplicam siktiğimin sanat tacirlerine. yaklaşık 1 hafta sonra boyatmışlar duvarı, sik gibi olmuş ama. böyle çocuk falan çizmiş boyacı ama çizdiği çocukların da hepsinin kalbi delik sanki, yetim gibi duruyorlar amk. resmi gördüm ve fotoğrafını çektim, bizim hatuna yolladım. taşak geçtik biraz. ertesi akşam gelirken siyah boya ve 2 numara fırça aldım. resimdeki çocukların hepsine bıyık yaptım amk; kimine hitler bıyığı, kimine ülkücü bıyığı, kimine badem bıyık falan, şekilli şekilli şeyler işte. sonra bir daha fotoğrafını çekip tekrar hatuna yolladım. evet dedi, bu sefer daha güzel olmuş. eve çıktım, telefondaki fotoğrafa bakıp bakıp üç duble rakı bitirdim. bir haftanın siniri ancak yatışmıştı o şekilde kısa boylu bi komşumuz vardı aynı blokta oturduğumuz, asansöre binerken bi mevzu yaşamıştık; bahsetmiştim ondan. bi akşam arkadaşlarla muhabbet ediyoruz evde, hadi dediler bari aşağı inip tenis kortunda maç yapalım, bi ter atarız. tenis kortu çok amaçlı olarak kullanılıyor sitede. içinde minyatür kale var iki tane. adı tenis kortu zaten, başka herşey yapılıyor. roger federer kim diye sorsan traktör derler burada amk. birkaç özenti dışında tenis oynayanı görmedim bugüne kadar. onlar da hava olsun diye oynuyor kevaşeler, iki kere denk geldi de baktım, topa sanki balkonda halı dövermiş gibi vuruyorlar raketle. neyse, biz dört kişiydik. sahada üç kişi daha vardı boş duran, onları da dahil ettik maça. 1 kişi eksikti, bi baktım bizim kısa komşu oradan bize bakıyor. gelsene birader dedim, maç yapıyoruz. geldi tabi hevesle. dedim karşı kaleye geç sen. ben kaleci olmam dedi. iyi dedim, seni forvet yapalım, kafa topuna çıkarsın amk. te allaam ya, geçeceksen geç kaleye yoksa çık sahadan dedim. iyi madem deyip gecti kaleye. birisi yorulursa ileri geçerim diye düşündü belki de bilemiyorum. ama uyuz oldum piçe. karşı kaleye ataklarla saldırıyorduk. bi ara boş bulundum, gol atma fırsatım varken al ulan ibne deyip zımbaladım bunu topla bilerek. göğsüne geldi top, zaten küçücük bişey adam, topla kaleye girdi amk. arkadaşlar koştular, buna nefes aldırdılar falan. sonra çıktı bu sahadan devam edemicem diye. biz de yorulmuştuk, eve çıkıp biralama yaparız dedik. baktım bu sahanın kenarında, gitmemiş piç, oradan bize bakıyor. baktıkça gülesim geliyor ama; böyle kaşlar düşmüş, sanırsın iki ünite kan vermiş de süzülmüş. çıktık sonra yukarı ve buz gibi biralarımızı içtik, biraz da eski kaşar kestim. o gece yine sahanın yıldızıydım, arada böyle ter atmak lazım diye düşünüyordum eylül ayıydı. henüz akşam olmamıştı, bira almış eve gidiyordum. siteye girdim, bi baktım körler orkestrası konser veriyor amk. bilirsiniz onları, istanbul’da her yerde görülebiliyorlar. kartal marka arabanın içinde oradan oraya taşınan üç kişilik bir orkestra işte ve bir kişi de para topluyor sağdan soldan. site yönetiminden izin alıp açmışlar tezgahlarını bizim buraya; bi kadın solist, bi tanesi klavye çalıyor, diğeri de saz. zaten nick cave and the bad seeds’i ya da ne bileyim portishead’i bekleyecek halim yok, idare ederiz bari dedim. en azından evde içeceğime makara yapalım biraz diye düşündüm. neyse; çöktüm süs havuzunun kenarına, bi bira açtım. cebimde biraz bozuk para vardı. para toplayan adamı çağırdım yanıma, bi kısmını çıkardım ve al dedim. bak bu parayı veriyorum ama zeki müren’den bir yanıgının külünü yeniden yakıp geçtin’i çalsınlar, yoksa geri alırım. bi de sigara yaktım. paranın tamamını özellikle vermedim çünkü daha sonra yine istek çaldırıcaktım, öbür türlü çalmayabilirlerdi. yaklaşık 1 dakika dolmadan başladılar benim şarkıyı çalıp söylemeye. amk arada anons yapıyorlar, yardımsever site sakinlerinden desteklerini bekliyoruz falan diye. sadece bir kişi para attı bizim bloktan, adam hemen koşup aldı tabi. karşı bloktan da para attılar, oraya da depar attı lavuk, sağlam ciğer vardı adamda. yaşlı bir teyze de sanırım birkaç tl falan verdi, onun dışında para veren görmedim. ben şarkıya konsantre olmuşum, bi yandan bira çekiyorum, bi baktım para toplayan adam karşı bloğun oraya fırladı. hayırdır dedim, döndüğünde. kimse yoktu ki orada, niye koştun? abi dedi, karga ağzından ceviz bıraktı da onu almaya gittim. ulan dedim, allah belanı versin ibne. bizim orada taa eskiden kalma bir ceviz ağacı var, inşaat sırasında kesmemişler. o sıralar da tam ceviz mevsimi zaten. meğersem kargalar yerden ya da daldan ceviz alıp yüksekten aşağı bırakırlarmış sert kabuğunu kıramadıkları için. ceviz haliyle kırılıyor tabi yere düşünce, karga da yere inip cevizin içini yiyor ama bizim karga muhtemelen bilmiyordu o esnada orada kendinden uyanık bir götveren olduğunu. birayı bitirip yukarı çıktım, bozukluklar cebimdeydi. böyle tek tek, hiç üşenmeden 2 dakikada bir para atıyordum, koşup geliyor parayı alıp gidiyordu. öyle 5 kere koşturdum piçi. sonra toplanıp gittiler zaten. üçüncü birayı açmıştım ve hayat ne kadar garip diye düşündüm, bir karganın kısmetine bile göz dikebilen ibneler yaşıyor içimizde. sonra bir bira daha açtım; akşam oluyordu ve gökyüzünün akşam turunculuğu güneşten çok ısıtmaya başlamıştı içimi geçenlerde panoya ilan asmak suretiyle duyurmuşlar, site genelinde pazar günü yangın tatbikatı yapılacakmış. kapıcı sadık da kat kat dolaşıp haber veriyor cumartesi akşamından. rakı doldurmuş içiyordum tulum peyniriyle. sadık çaldı kapıyı, dedi abi böyle böyle, tatbikat var yarın. ulan dedim, site yansa ısınırız diye sevinip doğalgaz açmayacak ibneler var burada; neyin tatbikatını yapıyorsunuz. neyse, yazmışlar işte tatbikat celbine her daireden bir kişinin katılması mecburi. itfaiye çavuşu kapıcı sadık, itfaiye amiri site yöneticisinin yardımcısı, itfaiye şube müdürü de yönetici vesaire diye, kendilerine hemen bir hiyerarşik zincir belirlemiş götler. belediye başkanlığı ve itfaiye müdürlüğünün özel izniyle diyor celpte. sikerim dedim başkanınızı müdürünüzü. ben itfaiye eri mi olucam lan sizin aranızda? gelmiyorum dedim amk, gelin alın. ertesi gün öğleden sonra baktım bu mallar aşağıda toplanmış. harbi katılım olmuş ama. yok efendim belediye başkanlığına bağlı olan bir organizasyonmuş da, herkes katılıcakmış. katılmıyorum amk, yaktım mangalı terasta. nasıl yelliyorum püfür püfür, iki dilim sucuk attım yine. rakıyı doldurdum. açtım bir de zeki müren’i son ses. aklıma şey geldi o an. ortaokulda böyle bi yangın tatbikatına katılmıştık, haliyle orada hayır katılmicam diyemiyorsun. okul koridorlarında meşale falan yakıcaklardı, her şey önceden tarif edilmişti. millet parmakları hazırlıyor tabi, işte ben sisin içinde şunu parmaklicam, ben bu kızı parmaklicam diye. okul zili çalıyordu uzun uzun, herkes fırladı sınıflardan. birbirini parmaklayan parmaklayana. bana da neslihan denk gelmişti. güzel bi kız değildi ama olsun dedim amk, şimdi boşa gitmesin şu hengame. çok şükür karambol ortamında kör bir parmağı yemeden okul bahçesine inmeyi başarabilmiştim. şanslıydım. bunun gibi bir şey yani mevzu. böyle bir organizasyon olsa düşünebilirdim katılmayı ama ne bileyim, aşağıda iki tane limon sandığı yakıp üzerine köpük sıkmak yavan gelmişti bana. ikinci dubleyi doldurdum; hala bir şeyler anlatıyorlardı orada. oysa ben bunları çok önceden duymuştum. sucuklar da güzel kızarmıştı, bi parça da turşu attım ağzıma ve bi sigara yaktım. ateşle oynamak güzeldi sitede öğretmen bi hatun var. yaklaşık 35 yaşlarında, edebiyat öğretmeni. entel dantel muhabbetlere kaçmamak kaidesiyle arada kafede denk geldiğinde inceden edebiyat konuşuyoruz. yeni araba almış bu. direksiyonu pek iyi değilmiş, benden yardım istedi, biraz trafiğe falan çıkalım dedi. iyi dedim amk, yardımcı olayım ama bi büyük rakı alırsın. sonuçta vaktim kıymetli kendi çapımda. neyse ertesi gün aradı beni, hazırım ben aşağıda otoparkta bekliyorum. baktım çalıştırmış arabayı, beni bekliyor. açtım kapıyı, oturdum yolcu koltuğuna; hadi bakalım dedim. taktı geri vitese. hani gerigeri giderken bi hareket vardır, sol el direksiyondayken sağa doğru kıvrılıp sağ kolunla sağ koltuktan destek alarak arkaya doğru bakarsın. bu mal o hareketi yapayım derken koltuğa tutunacağına bana elense çekti amk şaaakk diye, resmen şaplattı ensemi. ulan dedim, kasten mi yapıyorsun! gözümden yaş geldi bacısını sikeyim, hatun diye çakamadım da bi tane, indim aşağı. sikicem dedim arabasını da, direksiyonunu da şimdi. bıraktım karıyı, çıktım eve. doldurdum bi duble rakı, ulan dedim okçu bi rakı için enseye yedin şaplağı karıdan. bi paket beyaz leblebi açtım, sinirden çatır çutur yedim amk dişlerimi çatırdata çatırdata. belliydi, o gün ters giden başka şeyler de olacaktı bugün jim morrison’ın doğum günü ve uzun zamandan beri ilk defa viski içiyorum sek ve iki buzlu. terastan yayına başladım amk, tüm siteye doors dinletiyorum. bloğa girerken baktım bizim sadık girş koridorundaki danışma masasında pizzacıların, sucuların, kebapçıların falan broşürlerini tasnif ediyor. eminim bi çıkarı var o işten ibnenin, yoksa öyle itinalı dizmez hayatta. dedim tanır mısın jim morrison’ı sadık? tanımam abi dedi. tanısan inan bana severdin dedim ve çıktım yukarı. bu akşam biraz müzik dinleyelim, biraz da kafa. ok sallicam şimdi aşağıya, artık kime denk gelirse amk bodrum’dan misafirlerim geldi, birkaç gündür onları dolaştırıyorum. misafir ağırlamayı severim. hani muhabbeti kurduktan sonra istanbul’a geldiğinde mutlaka beklerim kenks deyip telefonuna bakmayan ya da çok acil işim çıktıcı götlerden değilim. dün akşam saat 11 civarıydı, rakı balık yapalım hesabı gittiğimiz kumkapı’dan dönmüştük. hava biraz serindi ama güzel sayılabilirdi ve eve çıktıktan sonra dedim ki, gelin aşağıda biraz biralama yapalım. kamelyaya indik dolaptan birer tane bira alıp. bira rakının üzerine cila niyetine içildiğinde gerçekten tat veriyor. neyse, oturduk masaya, sohbet devam ediyor. baktım bizim sitedeki emolardan biri evine doğru gidiyor, hani o yoğurt yedirdiğim. lan dedim, gel bakim buraya. geldi, buyur abijim dedi. bak dedim misafirlerim var, bana dışarıdaki tekelden 100 gram kaju al gel. kaju? hocu gibi bişey işte; sen söyle adama, anlar o. gitti, 5 dakika sonra geldi. abhi dedi, kaju kalmamısh yea. ulan dedim ibne, madem kaju yoktu, niye kuruüzüm almadın? quruüzhüm? çarpıcam şimdi hee, bi işi de becerin amk dedim; yol verdim piçe. zamane gençliği gerçekten biraz gerizekalı sanırım. hani aralarında akıllı çocuklar da var ama ulan madem kaju yok, insanın aklına gelmez mi amk kaju yoksa kuruüzüm alıp gelmek? çarpıcaktım böyle, zor tuttum kendimi. üşümeye başlamıştık, biralar da bitmişti. şişeleri masada bırakıp çıktık yukarı. ev sıcacıktı ne güzel. jack nicholson’ın guguk kuşu’nu açtım ve bi sigara yaktım. gece daha yeni başlıyordu bir de bazı tipler var, arada atıp tutuyorlar kafede işte yok benim buyum var, şuyum var diye. sanki alkent 2000′deki tripleks villalarda işadamları ve sanayicilerle oturuyoruz da, birbirleriyle servet yarıştırıyor götverenler. geçen anlatıyor çulsuzun biri bende 4 tane otobüs var, kamil koç’a bağlı olarak seferlere çıkıyorlar falan diye. dayanamadım döndüm arkamı, bende de 2 tane üç katlı otobüs var amk dedim, asansörlü hem de. apıştı kaldı göt. bi de o akşam kafeye dışarıdan bi milli piyangocu girdi, izin almış güvenlikten bilet satabilmek için. baktım herkes alıyor, ben de alayım dedim. dayı dedim, ver bakalım bi bilet. uzattı desteyi. sen kendin ver uğurlu ellerinle dedim. amk diğer elini bi uzattı; meğer adam çolakmış, 3 adet parmağı var. uğur bu olsa gerek. dedim iki tane daha ver bari, şansa inanırım. enteresan şeyler beni buluyor hep ya da belki de ben enteresanım biraz, bilmiyorum. bu konuda tam olarak emin değilim yani. eve çıktım sonra, bi duble rakı doldurdum. boş boş konuşup birbirine hava atan ibneler kadar değil de, bilet satıp geçinmeye çalışan çolak piyangocu kadar içindeydim hayatın. sonra bi sigara yaktım ve derin bir nefes alıp pencereyi açtım. dışarıdan gelen serin havayla dağılmıştı duman bazen dağılıp giden zihnim gibi beraber tavla oynadığımız komşumdan daha önce bahsetmiştim. diş hekimi bi kız arkadaşım var, arada gidip geliyor bana. zaman zaman geldiği için bizim bu komşu da tanıdı haliyle hatunu. diş hekimi olduğunu da biliyor. bi akşam kamelyada bira içiyorduk hatunla. baktım geldi bu, dedi ki okçu yaa, senin arkadaş dişçiydi dimi? evet dedim, konuşabiliyor da; ona sorabilirsin. neyse, başladı bu anlatmaya. dişinin ağrısının geçtiğinden, fakat zıpladığı zamanlarda tekrar ağrı yaptığından bahsetti ve ne yapmalıyım diye sordu hatuna. dayanamayıp lafa atladım, o zaman zıplama amk dedim. ulan madem zıplayınca dişin ağrıyor, o zaman sabit durucaksın. zıplama deyince aklıma geldi, geçen birkaç tane hatun gördüm sitede. böyle zıplayıp zıplayıp fotoğraflarını çekiyorlardı. bi de böyle tuhaf tuhaf mimikli, ezik büzük suratlı beraber ve solo fotoğraflar falan. yanlarına gittim, ne yapıyorsunuz gerizekalılar dedim. meğersem modaymış genç kızlar arasında böyle zıplayıp havadayken fotoğraf çektirmek. ya sabır dedim, eve çıktım. doldurdum bi duble rakı, açtım zeki müren’i. terasın demirlerinden aşağı baktım, hala havuz kenarında zıplıyordu bu kevaşeler. çıkardım oku, salladım bitane ama denk getiremedim amk. indim aşağı sonra, geri aldım düştüğü yerden çünkü kalan son okumdu, allah belanızı versin lan deyip yukarı çıktım tekrar otoparka indiğimde bir gece, sileceğe yapışmış bir not buldum el yazısıyla yazılmış. tarz adamsın falan diyordu; ismim şu, 5. katta oturuyorum, şu dairede, ara beni. yönetici olabilirdi; ne aricam amk. birkaç hafta sonra bi not daha buldum. insan sandık diye not bıraktık yazıyordu. aradım eve çıkınca merak edip, sinirim bozulmuştu. hatun çıktı. sesi güzeldi. dedim ki, adam sanmışsın ve not bırakmışsın. asansörde karşılaşmıştık bi akşam dedi, sen hiç yüzüme bakmamıştın. ne bakıcam dedim amk, bitmiyorsunuz. menemen yapıyordum o gece, domateslerin kabuğunu soymuştum; daha güzel erisin diye ateşin üstünde rendeliyordum. kapı çaldı. buymuş meğersem gelen; tuz var mı dedi, var dedim. sonra evlendi geçen ay. davetiye göndermiş; çağırmış. gittim amk. çeyrek altın falan götürmedim, sadece mutluluklar diledim uzaktan. zaten yakın yerde ve yakın bi ortamda oturan biriyle evlenmişti. hiç sikimde değildi etrafımda olan bitenler. bi rakı doldurdum ve placebo açtım o akşam, i know diyordu ibnenin biri ve diyordum ki ben de, evet okçu, şanslı adamsın olm sonra o akşam asansörü beklettim biraz katta, ki her zaman sinirlenirdim ben asansör neden gelmiyor vaktinde diye. kapıya sırt çantamı koydum kapanmasın diye, eve koşup torpil aldım ve yakıp bıraktım asansörün içine aşağı inerken geçen kurban bayramından kalan. kime denk gelirse. kaçıncı kattayken patladı bilmiyorum ama aşağıda bir kargaşa vardı. sikerim sitenizi dedim, bloğunuzu, hayatınızı. fena patlamıştır ama dar alanda. bi sigara yaktım sonra geçtiğimiz salı günü öğleden sonrası eve dönüyordum. tekele uğrayıp bi büyük rakı aldım, iki tane bira ve biraz da beyaz leblebi. girdim siteye. baktım birkaç tane gözlüklü moloz kamelyada oturmuşlar, cern’deki deneyi tartışıyorlar. yok işte higgs bozonu, yok efendim tanrı parçacığı, varoluş ıvırzıvır falan. lan dedim napıyosunuz siktiğimin bilimselleri, başka işiniz mi yok. amkmun yerinde oturup neyi tartışıyorlar yaa, sanırsın tübitak’ta yoğunluktan bunalıp bahçeye hava almaya çıkmışlar. bitanesi dedi ki, siz anlamazsınız bu konulardan falan. ulan dedim angut, burada kainatın varoluşundan bahsediyorsun, iki dilim sucuk versem doğru düzgün kızartmazsın amk. neyse, çıktım eve. terastan bunları kesiyorum inceden inceye. hava da gayet güzeldi. bi arkadaşım zamanında hediye maket helikopter getirmişti ama böyle kolpalarından değil, orta boy birşey ve kullanımı hakimiyeti vesaire gayet güzel. bi duble rakı doldurdum, saldım amk helikopteri bunların üzerine; böyle pike yaparak tepelerine indirip tekrar geri çekiyorum makinayı taarruz uçağı gibi. alın size tanrı parçacığı ibneler. göremediler tabi benim olduğumu çünkü terasta gizlenmiştim. hem rakı çekiyordum, hem bunlarla uğraşıyordum, bi yandan da gülüyordum kendi kendime. sonra tedirgin oldular, toplanıp gittiler. ben de aşağıda güvenli bir bölgeye indirdim helikopteri. sonra inip aldım, yukarı çıkardım. kartal gibiydi maşallah. ilk defa işime yaramıştı geldiğinden beri. yazın terastayız, rakı içiyoruz. güzel bir akşam diye geçiriyorum içimden. gürültüler geliyor alt kattan. alla alla dedim, ne oluyor lan. sonradan farkettim, alttaki sığırın penceresi açıkmış; içeriden akasya durağı dizisinin sesi geliyor amk. gülüyorlar bi de. allah belanızı versin yaa. hiç üşenmedim, kaptım raftan bi tarkovski dvdsi, nostalghia, indim aşağı. çaldım kapıyı, kapı açıldı. dedim ki dayı, site yönetiminin kararı bu, her kat maliki bu dvdyi izlemek zorunda. en son ben izledim, sıra size geldi. ama dedi üst katta oturuyorsun, sıra yan dairende değil mi? dayı dedim amk, bu zekayla akatlar maya sitesi’nde oturman gerekirdi ama hayat işte. burada işler o şekilde yürümüyor, kura çekildi. adam homurdana homurdana aldı dvdyi. dedim yarın mülakat var filmle ilgili, haberin olsun; kenara atma yani. ulan cidden açtı filmi, duydum sesleri. 2 saat boyunca dimağı sikildi içerdekilerin, eminim. en azından akasya durağı izlemelerinden daha iyiydi, zihinlerinin sınırları zorlanmıştı bu sayede. onlar filmi izlerken bi ufak rakı bitirdim, üzerine de iki bira içtim. cidden güzel bir akşamdı ve canım turşu çekiyordu bi götveren komşu var, yaklaşık 50 yaşlarında; ne zaman görse sigara istiyor amk. en son dedim, bak dayı bu böyle olmayacak. ergen piçler havuz kenarında sigara içiyorlar akşamları. tanıdık falan gördüklerinde ya da aileleri bunları eve çağırdığında paketlerini zulalayıp evlerine çıkıyorlar. sen bence bu paketlerin peşine düş. baktım ertesi sabah havuz kenarında sigara arıyor bu sığır. ne oldu, var mı bişeyler diye bağırdım terastan aşağı, yok dedi. olur olur dedim, bak sen. neredeyse 2 hafta kadar sigara arayıp durdu ama bi bok bulamadı tabi. kimlerle oturuyoruz yaa. bitanesinin çamaşır makinası sanki evde depar atıyormuş gibi çalışıyor. ben gürültü yaptığımda şikayet eden götler kendi çıkardıkları gürültünün farkında değil. bi akşam film izliyoruz evde. çalıştırdı makinayı alt komşu. amk dayanamadım indim aşağı, dedim ki abla senin çamaşır makinesi bize gelmiş, birini gönderip aldırıver. kadın şaşırdı, gitti içeri baktı yerinde duruyor mu diye. yoo dedi, burada. alla alla dedim, geri döndü herhalde. çıktım yukarı, nar suyu sıktım. vodkayla karıştırıp diktim kafaya tek nefeste. o gece başka türlü bitmeyecekti ama benim de karşılığında yapacağım bir şeyler olucaktı pek tabi o meyanda zaten kafam bi milyon olmuş, arkadaşa dedim gelin beni alın, şuradayım. hadi bize gidelim. geldiler sağolsunlar, aldılar. dönüyoruz. siteye girerken, tam böyle güvenlik noktasına girmeden önce, önümüze bi ibne kırdı direksiyonu aniden bizden önce otoparka girmek için. sakat plakası vardı araçta. hani bilirsiniz, plakanın sol tarafında tekerlekli sandalye amblemi olanlardan. kafa kafaya geldik. indim aşağı, ne oluyor lan dedim? yok işte girişte dirlik düzen yok falan diyor götveren, nasıl olacak bu işler. lan dedim, neyse. sonra arkadaşlarım da indi arabadan; ritmik hareketler yapmaya başladık hep beraber, şınav çektik senkronize. jimnastik aerobik vesaire. kötü çocuklardık o kadar istekte bulunduk, en sonunda siteye çam ağacı alıp süslediler geçen hafta. baktım girişteki büyük güvenlik noktasını da ışıklarla süslemişler, hayret ettim amk. demek ki biraz akıllanmış götveren yönetim. tamam, bunlar eyvallah, cafeye yapılan ışıklandırmalar falan da eyvallah ama sitenin içindeki büfenin camına nev year 2012 yazmış o metin milli’ye benzeyen büfeci olacak sığır. ulan zaten yanlış yazmışsın ibne, neyin peşindesin? alkol satmazsın, meze satmazsın, sanane amk 2012′den, sanane new year’dan. o yazıyı gördüğümde hiç üşenmedim, çıktım eve, redhouse ingilizce sözlüğü alıp aşağı indim(bi ara milliyet gazetesi 30 kupona verdiydi). yanına gittim, sözlükteki new sözcüğünü açıp gösterdim. bak dedim, yanlış yazmışsın, olmamış bu. e dedi, nasıl düzelticem köpük bitti? ver amk dedim ordan bi kabartma tozu. verdi, açtım. hafifçe ıslatıp v harfini w harfine çevirdim. sen zaten ancak böyle kabartma tozu sat, karbonat sat, tombala sat göt kadar yerde ibne, başka da bir boktan anlama. sonra neymiş 2012, siktir ordan aynı blokta oturduğumuz astrolog bi karı var, yaklaşık 40 yaşlarında. baya kokoş bir şey. böyle incikli boncuklu şeyler giyinir, şuh pozlar takınır falan lakin bugüne kadar bir sikime merhem olmuşluğu yoktur. birkaç kere sitedeki kafede muhabbet ettik, anlattı şöyleyim böyleyim diye; hatta yerel bir tv kanalında programı da varmış, şu günde şu saatte yayınlanıyor dedi, hiç izlemedim ama anlattığına göre aynı rüyanız hayrolsun emine ayarında işte, oradan pay biçin. neyse, yılbaşından önce bizim kapı çalındı bi akşam, açtım baktım bu. hayırdır dedim, ya dedi sahan lazım bana, yumurta yapıcam. şuraya bak amk; hem astrologsun, hem evinde sahan yok. iyi dedim bekle, gittim içeriden sahanı getirip verdim buna. yarın getiririm dedi, tamam deyip kapadım kapıyı. ulan bekle bekle bizim sahan gelmiyor. iki gün, beş gün, bir hafta derken şimdi karının evine inmeye de üşeniyorum ama bir yandan sahan da lazım. sucuklu, kavurmalı yumurta falan yapıyoruz arada, güzel oluyor yani. o gün açtım uydudan bu karının bahsettiği tv kanalını buldum. tam da gündüz saatinde, teması yeni yılda burçlar olan bir programı vardı ve bu aygonoş konuşup konuşup canlı telefon bağlantısı alıyordu. aradım, programa bağlanmak için. biraz bekleyin, biz sizi ararız birazdan dediler. 10 dakika geçmeden telefon çaldı, ismimi zaten yanlış vermiştim. bağlandım programa, burcumu falan sordu bu. dedim koç burcuyum. işte anlatmaya başladı koçlar şöyledir, böyledir, bu sene onları büyük sürprizler bekliyor. peki sizin yeni yıldan beklentiniz nedir diye sordu; valla dedim naime hanım, ben sadece sahan bekliyorum yeni yıldan. nee, sahan mı, ahahaha gülüştüler falan. birine sahan verdim, ertesi gün getireceğini söyledi fakat aradan bir hafta geçti hala tık yok amk dedim. bağlantı koptu o sırada, yayından attılar sanırım o esnada küfürü duyunca. o akşam ben evde yokken getirmiş hatun sahanı, çok özür dileyip teşekkür etmiş ve kibarlık olsun diye içine de dört tane yumurta koymuş. eve geldiğimde yumurtaların hepsini haşladım ve dikey olarak ikiye böldüm. biraz tuz ve inceden karabiber gezdirdim üzerlerine. etrafına birkaç dilim de turfanda kış domatesi ki, iğrenç oluyor ama ne yapiim amk, seviyorum işte. bir büyük rakıyla dört tane yumurtayı yedim o gece aynen o şekilde. yeni yıl bana getirse getirse ancak sahan getirirdi çünkü, biliyordum geçen çarşamba akşamı mangal yaktım terasta yağmur sonrası. hava serindi baya, birkaç dilim sucuk attım ızgaraya, rakıyla birlikte yuvarlıyorum inceden. bi hatun arkadaş geldi o arada, ona da bi duble doldurdum, muhabbet ediyoruz. ahh dedi, keşke kestane olsaydı şimdi, ne güzel yapardık mangalda. amk hiç dışarı çıkıcak halim yoktu, aşağı baktım bizim emolardan biri dolanıyor ortalıkta. fiyuuftt, ıslık çaldım. baktı yukarı. alıştırdım bunları, ıslık çalınca anlıyorlar ben olduğumu. yukarı gel yukarı diye bağırdım, çıktı geldi. 10 lira verdim, git dedim kuruyemişçiye, onda kestane vardır. qesthane diye yüzüme baktı amk. ulan dedim bildiğin kestane işte. 10 liralık al, ama geçen seferki gibi olmasın bak, kestane bulamazsan en azından kuruüzüm al dedim. bu arada bu ibnenin ismi de basri. ulan basri diye emo mu olur amk? hayır yani bakkal basri olur, nalbur basri olur ama emo basri olmaz. babasını mahkemeye vericekmiş zaten, ismini değiştiricekmiş, öyle diyor. neyse, aldı geldi bu kestaneyi. gel dedim içeri, öğren amk bu işlerin nasıl yapıldığını. sizin nesil anlamaz bunlardan. önce halis behçet bursa çakısıyla kestaneleri çizdim inceden. sonra dizdim birbir itinayla mangalın üzerine. mis gibi kokular gelmeye başlamıştı. banyoya git ellerini yıka, oyalanma çabuk gel dedim emoya. kestaneler olunca direkt kabuklarını soysun diye bu mala uzattım maşayla çünkü kendi ellerim yanabilirdi. kestane soymak çok boktan bi iş gerçekten yaa. oflaya poflaya hepsinin kabuklarını soydurdum ite. sonra gazete kağıdından külah yapıp içine yedi tane kestane koydum. neden yedi tane koydum bilmiyorum ama. hadi bakim dedim, ufak ufak yol al sen. emo uzaklaştı kendi dünyasına doğru. ben rakıya devam ediyordum, hatun ise kabukları soyulmuş kestaneleri arsız bir sincap gibi didikliyordu. güzel bir geceydi, yıldızlar ve ay görünmüyordu ama ben orada, tam tepemde olduklarını biliyordum cumartesi öğleden sonra evde rakı içiyordum. kapı çaldı. baktım, bazıları tavla oynadığımız sıyrık komşum, gel dedi okçu, bi parti tavla atalım; hesabına. iyi dedim amk, kaşıntın başladı yine abi. şimdi bu ibne çay içer, ben rakı içmişim zaten. o kafayı çayla ya da kahveyle boka bulayamam diye düşündüm. bi ara johnnie walker’ın promosyonla dağıttığı küçük metal viski mataralarından almıştım. inmeden onun içine biraz vodka doldurdum, koydum montun cebine. kafeye indik, oyuna başladık. o çay söyledi, ben de kayısı suyu. neyse, geldi benim kayısı suyu. yarıya kadar çakozladım, sonra içine kimseye çaktırmadan vodkayı doldurdum. bunun çay kaşığıyla bir güzel karıştırdım, öbür türlü direkt bodozlama dökersen vodka üstte kaldığı için acı oluyor. baktım montun diğer cebinde biraz da çifte kavrulmuş fındık içi var, onu da boca ettim bardağın üzerine. al sana mis gibi fındıklı vodka; hem etrafa da kokmuyor öyle rakı gibi, bira gibi, oohh mis amk. neyse, o esnadan bi yancı geldi. tanıştık; fotoğrafçılık yapıyormuş, adı saimmiş. bi çay içip kalktı lavuk. sonra abi bana geçirdi tavlada, şimdi ne yalan söyliim. 12 tl hesap ödeyip kalktım. 4 tane bira parası diye geçirdim aklımdan bi an, yalnızlık gibi çöktü içime. neyse siktir et dedim, çıktım eve. rakılık keyfim kalmamıştı, vodkadan devam ettim o gece. ertersi gün istiklal’de yürüyorum, baktım biri sesleniyor ookkçççuuuu diye. amk sağa bakıyorum, sola bakıyorum, sonra tekrar sağa bakıyorum; arkaya, ileriye kimse yok. bir daha oookkççuuu diye ses geldi. bu sefer nereden baksan 100 metre geriden bir el sallanıyor bana doğru. adam hızlı adımlarla yaklaşmaya başladı, iyi dedim ortada bi yerde buluşuruz diye ben de ona doğru yürüdüm. bi baktım, dün kafede masamıza yancı olan fotoğrafçı saim. yuhh amk dedim yanıma geldiğinde, daha bir kere gördüğün adamı 100 metre uzaktan nasıl tanıdın sen birader? abi dedi, fotoğrafçı dediysem böyle mehmet turgut gibi, nihat odabaşı gibi değilim ben. saray düğün salonu’nda fotoğrafçılık yapıyorum. bi baktığım adamı unutmam bir daha, kolay mı o fotoğrafları o kadar kalabalığın içinde dağıtıp para kazanabilmek? düşündüm, haklıydı amk. nasıl göz varsa ibnede kartal gibi, nasıl bir hafıza varsa artık fil gibi götveren. aferin saim dedim, madem o kadar mesafeden tanıdın, gel bi duble rakı ısmarliim sana. sonra muhabbet, rakı falan derken düşündüm biraz; mehmet turgut mu fotoğrafçıydı, yoksa şipşak saim mi? hangisi daha gerçekti, hangisi daha hayatın içindeydi? bir duble daha doldurdum kendime ve saim dedim, sana yeter 1 duble, fazla içme. hadi afiyet olsun bakalım kar yağışını çok seviyorum. karda böyle mangal ve rakı muhabbetini ise daha çok seviyorum. her kar yağdığında mutlaka iki dilim sucuk atarım ızgaraya. geçen hafta istanbul’a kar yağdı malum. ben de zaten arada bir olan bu durumu değerlendirmek için terasa çıktım. etraf beyazlamaya başlamıştı. hemen yaktım mangalı, rakımı da doldurdum. yerler beyazladıkça kadeh de bitip tekrar beyazlıyor tabi, ooohh mis. amk bi baktım aşağıda piç kuruları çıkmış oynuyorlar karda. bağırdım tepeden, lan dedim evinize çıkın bak, örtüyü bozuyorsunuz. böyle kar yağdığı zaman o güzel beyazlığı pis ayak izleriyle bozanlardan nefret ediyorum. kartopu oynayan çocuklar da olabilir, sabahın köründe işe giden insanlar da olabilir ya da ne bileyim lastik izi bırakan bir araba da olabilir; hiç farketmiyor, hepsini gırtlaklayasım geliyor. baktım piçler dinlemiyorlar lafımı, hiç oralı bile olmuyorlar, öyle mi, öyle dedim amk. salladım tepeden oku bunlara. hava biraz rüzgarlıydı, iyi nişan alamamışım, oradan geçen birinin yanına düştü dalga. bu ne hocam diye bağırdı. dedim deney yapıyoruz, dur bekle geliyorum almaya. aşağı indim, bi baktım herif aynı çöpçüler kralı filminde ayşen gruda’nın kaçak sigara satan ortanca abisini canlandıran adama benziyor amk, eşgal çok ağır. abi dedim kusura bakma, bilimsel çalışma var da yukarıda. kaptım oku elinden, fazla oyalanmadan çıktım yukarı. sonra doldurdum bi duble rakı daha. mangal geçmek üzereydi. hazır geçmeden kıbrıs’tan bi arkadaşımın getirdiği hellim peynirinden attım ızgaraya. ağır ağır kızarır diye düşündüm ve o an aklımdan geçti; ulan dedim okçu, iyi ki vurmadın lavuğu yanlışlıkla. eskaza mevzu falan çıksa kavga da edilmez bu ibneyle; teyp hırsızlığıyla ayakkabı boyacılığı yapan kardeşleri çıkabilirdi her an bir yerlerden. gülümsedim sonra, dolu bir yudum daha aldım rakıdan ve sigara yakıp yağan karı seyretmeye devam ettim. çocuk sesleri kesilmişti ve kar biraz daha hızlanmıştı; ayak izleriyse karla dolup örtülüyordu usul usul ulan bazen aklıma sitedeki ilk zamanlarım geliyor da, ibneler beni kolay lokma sanmışlardı galiba rahat rahat sindirebilecekleri ama ben çeçenler gibi direniyordum amk. kimse böyle olacağını tahmin etmedi. şimdi artık ben üzerlerine gidiyorum, gıkı çıkmıyor kimsenin. bu akşam kar geliyor diyorlar yine. eğer sağlam yağarsa, yarın sitenin girişine kardan okçu heykeli yapıcam nispet olsun diye. bunun için güzel sanatlar mezunu iki hatunla çalışmalara başladım şimdiden. rakılı muhabbet iyi gidiyor ama öğle vaktinde. detayları paylaşıcam dostlar dün öğleden sonra kafeye indim. baktım haber kanalı açık, yaşlılar oturmuş çay içip haber dinliyorlar. işte kara pazartesi, istanbul’da kar alarmı, sibirya soğuğu falan hikayesi her zamanki gibi. spiker anlatıyor, istanbul hazırlıksız yakalandı. murat kazanasmaz canlı yayına bağlanıyor şu an haramidere sapağında yoğunluk sürüyor, acıbadem köprüsü tıkalı vesaire. yaşlılardan biri çaydan bir yudum alarak dedi ki acaba köprüde durum nasıl? dayanamadım atladım lafa, sanane amca amk dedim. napıcan sen köprüyü, götünü yaymış sıcakta oturuyorsun burada, hayır yani istanbul’daki durum seni neden bu kadar ilgilendiriyor ki ihtiyar ibne? işleri güçleri yok, maksat kar yağsın, bunlara eğlence olsun amk. neyse, sonra çıktım dışarı. baktım, geçenlerde bana park yeri yüzünden tafra yapan götveren komşu, anlatmıştım hani hatırlarsınız, yeni araba almış. bu havada trafiğe çıkıcak diye lastiğe zincir takabilmek için debeleniyor. dedim napıyorsun sen birader? görmüyor musun dedi. iyi dedim amk, kolay gelsin sana madem. çıktım yukarı, yaktım mangalı terasta mis gibi. zaten hava da tam mangallıktı. doldurdum rakıyı, geçen günden kalan birkaç parça kanat vardı soslu, onları da attım ızgaraya. sonra düşündüm, komşum olucak acemi ibnenin arabasının önden çekişli olduğunu bilmeme rağmen zinciri arka lastiğe takmasına neden göz yumdum diye. rakıdan sağlam bir yudum alıp bardağı fondipledim ve bi parça lahana turşusu attım ağzıma. aşağı baktım, otoparktan çıkmaya uğraşıyordu hala sığır. gülümsedim sonra, siktir et ibneyi ya dedim, elalemin derdi seni mi gerdi okçu. bi duble rakı daha doldurdum, kar hızlanmıştı ama hayat olanca ağırlığıyla ilerliyordu dün akşam bi kız arkadaşım geldi rakı içeriz diye. hava durumu malum, siteye rahat girmiş ama bizim bloğa girerken ayağı kayıp düşmüş, belini incitmiş. kapıyı açtığımda çektiği acı yüzüne yansımış bir hatun gördüm karşımda. e tabi rakılık hal falan kalmamış, uzandı kızcağız koltuğa. anlattı buzlanan mermerde kayıp düştüğünü falan. sinirlendim amk birden, yönetimi aradım. götverenin biri çıktı, dedim o kadar aidat veriyoruz amına koyduğumun yerinde, tuzlama çalışması neden yapmıyorsunuz ibneler? kapattım telefonu. sonra çıktım dışarı, markete gittim. 20 paket billur tuz aldım, fişini de özellikle koydum poşede. geldim bloğun önüne, çağırdım bizim kapıcı sadık’ı. onunla beraber tuzları serptik bloğun önüne. ben bir yandan tuz döküp bir yandan da küfrederek yönetimin ibneliğinden bahsediyorken, kar yağışı ve soğuğa rağmen pencereye çıkıp eylemime destek veren komşulardan yoğun alkış ve övgü aldım. işlem bittikten sonra satın aldığım tuzların fişiyle birlikte yönetim binasına gittim, sığırın biri oturuyordu elinde nescafe kupasıyla. dedim ki bana bak müdür, bu fiş bloğun önüne tuzlama yapmak için aldığım tuzların fişi. kaydediyorsun bunu gidere, önümüzdeki ay aidatı eksik vericem, götü yiyen itiraz etsin. içine sıçılan bu güzel gecemin bedelini ise daha sonra tahsil edicem yetkili merciden. gıkı çıkmadı lavuğun, vurdum kapıyı çıktım amk. eve gittim, baktım hatun yatıyor; kalkmaya hali yok. doldurdum bi duble rakı, açtım zeki müren’i. üşüdüm üstümü örtsene anne diyordu. hatunun üzerine peluş battaniye serdim. bacısını sikeyim dedim içimden; hem aidat veriyoruz, hem sevişemiyoruz amk. ikinci dubleyi doldurdum akabinde; çok daha sertti ve bir sigara yaktım. gece uzun olucaktı insanın bekar evi olduğu zaman gelip gideni haliyle fazla oluyor. baya eş dost var ama genelde normal değil onlar da pek. bitanesi geldi mesela geçen gün, terasta rakı içiyoruz. dedi ki, ya okçu şuraya bi güvercin kümesi yapalım, güzel olur falan. isteğe bak amk. dedim bi de piknik tüpünde çay demleyelim yanında, sen kuşçu ol, ben miroğlu; deliyürek’i baştan yorumlayalım çatıda. hep beni buluyor zaten; bi kız arkadaşım yavru ördek getirmişti mesela. başka bir tanesi kedi getirdi. ördeği atmıştım zaten havuza biliyorsunuz, kedi mevzusu ise bir garip oldu. ulan garibimin sesi çıkmaz amk, kendi çapında oynuyor halıyla, bokla püsürle. bir gün kapıcı sadık geldi abi bi isteğin var mı falan diye, bi dakika deyip kediyi tutup kucağına fırlattım, at şu ibneyi bahçeye dedim. sadık kapıda bayıldı, kedi üzerine yapışmış. lan dedim ne oluyor, kaplan saldırdı sanki amk . sonra ayılttım götvereni, korktum tabi ölür mölür diye. anlattı kendine gelince, askerden önce memleketinde eğlence yapmışlar. bu içkiyi fazla kaçırmış, gece bahçede sızmışlar. sabah ayılmış, bi bakmış üzerinde beş altı tane kedi. çığlık atıp bayılmış birden, marazlanmış ondan sonra. o günden beri kedilerden korkarmış; memlekette lakabı kedi sadık’mış zaten. o değil, motosikletle çarptığım yetmedi, bi de kediden sebep paket edicektim adamı yaa. ama nerden bileyim ben amk, sonuçta makara olsun diye kediyi saldım üzerine. şimdi ne suçum var söyleyin allasen mevzunun aynı akşamı daha enteresan bir şey oldu. rakı aldım, tekelden dönüyordum. asansöre bi hatunla birlikte bindik. kızın altında eşofman, üzerinde mont ve elinde de market poşedi var. gayet de hoş hani. ben en üst kata bastım, ondan bir hareket gelmedi. alla alla dedim, çıktık kata. kapıyı açıp, buyrun dedim. teşekkür etti ve iyi akşamlar dileyerek tam koridorun karşısındaki daireye doğru yürüdü. ben de girdim eve. bir dakika geçmedi, zil çaldı. kız elinde poşetlerle gelmiş, yaa kusura bakmayın dedi. biz buraya yeni taşındık, markete gidicem diye çıktım ama anahtar içeride kalmış. ev arkadaşım henüz gelmemiş. kapıyı açmama yardımcı olur musunuz dedi. iyi dedim amk, kaptım evden bi bıçak, gittik bunun kapıya. tabi yiğitliğe bok sürdürmicem ya, böyle kırk yıllık çilingir mustafa gibi başladım kapıyı kurcalamaya. uğraş uğraş açılmıyor, bu böyle olmayacak dedim. kız bu arada arkadaşını aradı, yarım saate kadar geliyorum demiş. madem öyle siz gelin benim eve, arkadaşınız gelene kadar bekleyin dedim. neyse salona buyur ettim, muhabbet ediyoruz. kedi ortalarda dolanıyor koşturuyor falan. hatun bir hastanede hasta kabulde kayıt işleri ıvır zıvır yapıyormuş. çok kafa bir hatun ama, belli yani. ev arkadaşı da hemşireymiş. bir şeyler içer misin dedim, ne var diye sordu. valla dedim ne ararsan var. ben rakı içicem ama seni bilmem dedim. bira var mı dedi, olmaz mı dedim. kendime bi rakı doldurdum, buna da bira açtım. bardak? istemem dedi. biz tabi muhabbete koyulmuşuz, o esnada çıpırt etti; bizim kapı açıldı. bi baktım benim hatun açmış kapıyı anahtarla amk, eve giriyor. biz salonda rakılı biralı eşofmanlı muhabbet tabi. ulan dedi ne oluyor burada. ben anlatana kadar anahtarları kafama doğru fırlattı, eğildim. sıyırmıştı amk. kediyi aldı kucağına, allah belanı versin okçu dedi, bastı gitti. olay o kadar hızlı gelişti ki, ağzımı açıp bir şey söyleyemedim bile. hayır yani, o halde, o durumda söylesen zaten ne sike yarayacak? hatun gitti, kedi gitti. 15 dakika sonra arkadaşı geldi ve komşu hatun da gitti. yalnız kaldım, bi duble rakı doldurdum ve okçu dedim, gökten am yağıyor, senin kafana düşene bak gün geçmiyor ki, siktiğimin yerinde dirlik düzen olsun. hiç üşenmedim, sitedeki konut sayısını ve bunun üstüne aylık ortalama ne kadar aidat geliri elde ettiklerini hesapladım bi akşam. çıkan rakam gerçekten korkunç. buna rağmen hala çok büyük eksiklikler var. her ay detaylı yönetim faaliyet raporu asılıyor blok girişlerine ve kontrol ediyorum. bakıyorum mesela, temizlik deterjan bedeli yedi bin tl. pislik olsun diye arıyorum yönetimi, jean paul mü sıkıyorsunuz lan siteye diye soruyorum. bahçe düzeni ve peyzaj için ayrılan bütçe beş bin tl civarı ama o kadar masraf edilmesine rağmen gözle görülür bir değişiklik yok, ayağımız kedi bokuna bulanıyor. hayır yani şu ntv’deki serdar kılıç gelse buraya doğada tek başına hesabı, iki gün dayanamaz, telef olur amk. ulan diyorum, şu yönetime adaylığımı koysam, güzel bir seçim propagandası yapıp başa gelsem mum gibi eder, hizaya sokarım ibnelerin hepsini. ama sonra düşünüyorum, değmez bu götverenlere diyorum. boşver okçu, zaten üç kuruşluk keyfin var, milletin bokuyla mı uğraşıcaksın diyorum. neyse amk, bu hafta yine kar geliyor; rakı ve sucuk stoğu yapmak lazım şimdi. hem bu sefer özellikle kontrol edicem site içinde tuzlama yapılacak mı yönetim tarafından diye. masraf yapılıyorsa böyle şeylere yapılsın arkadaşım, sonra yazmak kolay tabi amk yok deterjan şu kadar, yok peyzaj bu kadar diye. bizim karı götü kırdı, hesabını kim verecek. sokucam götlerine oku, o zaman anlayacaklar işte sitenin kapalı garajı var, daire başına bir araçlık. olsun amk, sonuçta bu güzel bir hizmet. en azından yağmurlu günlerde falan oraya alabiliyorsun arabayı. temizleme derdinden falan da kurtulmuş oluyorsun, cazip yani. bi akşam baktım, bizim emolar kapalı garajda. ikisi gitar çalıyor, biri de şarkı söylüyor. böyle teoman ayarında tıngırdıyorlar. lan dedim gerizekalılar, siz çok yanlış gelmişsiniz; garaj olayını yanlış anlamışsınız. amerika mı lan burası siktiğimin andavalları. orada milletin kendine ait kapalı garajı var, ne yapıyorsa orada yapıyor. hem metallica mısınız lan siz, garajdan çıkıcaksınız? amk en azından faydalı bir iş yapsanız bari. elalem apple’ı kurmuş garajda, google’ı tasarlamış, facebook’u yapmış amk. siz sik sesinizle şarkı söylüyorsunuz burada. ama aabie aqustiq bi ortham dedi bitanesi, önünde sayfa sayfa gitar tabları duruyor. aldım amk, dürdüm böyle kağıtları, ite vurur gibi patlattım ensesine. çıkın lan evinize dedim, asabımı bozmayın şimdi. sonra ben de çıktım eve. bi duble rakı doldurdum. ulan dedim, eloğlu neredeyse mars’ta koloni kurucak, bizim götverenlerin derdine bak sen. biz o yaşlardayken böyle miydik? en azından bi karı-kız peşinde koşardık, bilardoya giderdik falan amk. hey gidi okçu be diyerek vurdum dubleyi. bi sigara yaktım ardından, güzel gençlerdik biz diye geçti içimden toplumun ya da çoğunluğun diyelim, bireylere dayattığı hiçbir şeyi sevmiyorum. buna vakt-i zamanında birkaç götverenin insanlara bir şeyler satabilmek ve para kazanmak maksadıyla uydurduğu sevgililer günü de dahil. sonra yok efendim, bir aziz varmış da, ismi valentine’mış da, çiftleri evlendiriyormuş falan da diye söylenegelmiş hikayeleri de sevmiyorum. zerre umrumda değil bu tarz şeyler. sen sevgililer günü kutlayacaksın ama restonrancı kazanacak, kuyumcu kazanacak, çiçekçi kazanacak, mango kazanacak, zara kazanacak. senin sikinin derdi onlara düşmedi ya mesela? hiçbiri siklemiyor seni ya da sevgilini, hatta mevzu bahis olan sevgiyi bile. herkesin derdi daha çok kazanabilmek. ben de ne yapıyorum şimdi sevgililer günü için? önce terastan iki pare ok atışı yaptım aşağı rastgele. sonra baktım bizim kapıcı sadık aşağıda dolanıyor, okların yerini tarif ederek çıkarken getirmesini istedim. sonuçta yabana atılacak okum yok benim, bir nevi mermi onlar da. mangalı da yaktım amk, attım ızgaraya üç dilim sucuk, doldurdum mis gibi rakıyı. hava soğuk olduğu zaman rakı bence daha leziz oluyor çünkü içine buz koymak zorunda kalmıyorsun. bu da kıvamını dengeliyor, aklınızda bulunsun. neyse, bi de sigara yaktım, uzun marlboro. derin bir nefes çektim ve sikeyim dedim kucağında kalp taşıyan ne kadar oyuncak ayı varsa. sonra site asansörlerinde, blok koridorları gibi ortak kullanım alanlarında üç gündür durmadan kafamızı kapalı devre whitney houston yayınıyla siken yönetime sokayım dedim. dün aradım zaten, ne bu yaa dedim, tanır mıydınız rahmetliyi? sanki akrabaları ölmüş amk. rakıyı fondip yapıp bi duble daha doldurdum. sucuklar olmuştu. iki parça da kallavi lahana turşusu çıkardım terastaki şeffaf bidondan. günün anlam ve önemine gidecek en iyi şey lahana turşusuydu belki de, kimseler bilmiyordu sitedeki gençler için küçük bir oda tahsis edilmişti hobi odası şeklinde, ben de destek olmuştum. geçen akşam uğradım ne yapıyorlar kontrol edeyim diye. baktım müzikli muhabbet, oohh. iki kişi gitar çalıyor, biri darbuka, diğeri ise şarkı söylüyor. emolar da orada, iki erkek bir kız, bunların şarkılarının bitmesini bekliyorlar ki sıra onlara gelsin. aferin gençler dedim, böyle olun canımı yiyin. grubunuzun adı ne diye sordum, sormaz olaydım amk; tarlabaşı quartet dedi. tarlabaşı’nı anladım, hani otantik olur, hergele işi olur fakat quartet ne yarraam? neyin özentisi bu? emolara döndüm, sizin grubunuzun ismi ne lan diye sordum. basri yıldırım trio dedi, allah belanızı versin basricim dedim. ben de grup kurucam şimdi, ismini okçu band koyucam (beend diye okunuyor). nasıl iştir bu anlamadım amk. emonun ensesine patlattım bi tane hışımla, çıktım yukarı. bi duble rakı doldurdum, biraz da tulum peyniri çıkardım dolaptan. sonra düşündüm. bizim ersen ve dadaşlarımız vardı, moğollarımız, beyaz kelebeklerimiz, istanbul gelişim orkestramız. şimdikilere bak amk; tarlabaşı quartet, basri yıldırım trio, okçu band. rakıyı fondipledim, bi duble daha doldurdum. televizyonu açtım, baktım cem adrian şarkısı bitti, can bonomo başladı. sırada da zeynep casalini vardı ve dolapdere big gang. anladım sonra, içinde türkçe’ye ait olmayan kavramlar geçmeli bu işi yapıyorsan demek ki. bi duble daha doldurdum ve dede efendi’ye kaldırdım. bitirdiler müziği be dedecim dedim, bitirdi bu ibneler bugün dikkatimi çekti, aslında daha önce de çekmişti de yazmak şimdiye kısmetmiş. siteye gelirken yola bakıyorum, her taraf büfe dolmuş. etiler marmaris büfe, yok etiler mix büfe, etiler max büfe, ne bileyim etiler etiler büfe, anasını siktiğimin yerinde her yer etiler büfe dolmuş. demek ki etiler’de millet parayı büfecilikten bulmuş. madem bu kadar rağbet var, ben de açıcam yakında etiler yarrak büfe diye, okçu’nun meşhur sucuğu hesabı; kısa zamanda köşeyi dönerim diye düşünüyorum istanbul’a şubat ayı içinde güzel kar yağdı. şu an için hava mevsim normallerinden biraz daha sıcak, kar mevzusunu kapattık gibi yani. buna bir yandan üzülürken, ki kar yağarken mangal yakıp sucuk ızgara yapmayı ve rakı içmeyi gerçekten çok seviyorum, diğer yandan da seviniyorum. sevinmemin nedeni ise kar fotoğrafçılarından kurtulmuş olmamız. ulan hadi kar yağdı, istanbul daha bohem bir hale büründü; eyvallah da be götveren, git bari boğaz’ı çek, beyoğlu’nu, emirgan’ı fotoğrafla. sitenin içinde ne yarak var da boş havuzu, kamelyayı, d bloğu ya da güvenlik kulübesini çekiyorsun? bu nasıl kemirgen bir zihniyettir anlayamıyorum. onu da geçtim, yine aynı günlerde terasta sucuk kızartıyordum. tam ikinci dubleyi bitirdim, bi aşağı bakayım dedim. üçlü ergen kız grubu ellerinde fotoğraf makinası, tıpkı geçenlerde olduğu gibi hoplayıp zıplayıp fotoğraf çekiyorlar. bahsetmiştim zaten bundan. bu sefer, daha farklı olarak saç perçemleriyle kendilerine bıyık yapıyorlar ve boyunlarını felçli gibi bükerek değişik hareketlerle birbirlerini fotoğraflıyorlardı. bağırdım yukarıdan, kızım dedim, boşa uğraşmayın öyle. tükenmezi alıp iniyorum aşağı, bıyık çizicem üçünüze de. kaçtılar amk, topukladılar anında. o arada üçüncü dubleyi doldurdum, bi de sigara yaktım üzerine. kendi kendime gülümsedim, gerizekalılar yaa dedim. halbuki sabretseler biraz, mühendislik bölümlerinden birini kazansalar, zaten otomatikman çıkıcak bıyıkları. neyse, kar serpintisi vardı inceden. bi dilim sucuk attım ağzıma, içeri girdim sonra. üzerime battaniye aldım, rakı başucumdaydı, sigaranın dumanı ise bir ip gibi yükseliyordu tavana doğru. zeki demirkubuz’dan kader’i izlemek iyi bir fikirdi galiba sitede köpek gezdirenler var. ifrit oluyorum arkadaş. hayvanları severim aslında, benim için hiçbir sıkıntı teşkil etmiyorlar fakat bunları ellerinde tasmalarıyla dolaştıran tiplere genelde uyuz oluyorum. amk sanki beverly hills’ de köpek gezdiriyorlar, bi havalar falan. her akşam aynı senfoni, birkaç tane köpek sahibi köpekleri sıçsın diye onlara ibrikçilik yapıyor ama sorsan köpek gezdiriyorlar işte. neyse, geçenlerde bi arkadaşım geldi ziyarete. yüzlük rakı vardı elindeki poşette, biraz da tulum peyniri almış. diğer koluyla da sana yağ kutusunu kavramış. rakıdan önce kutu dikkatimi çekti nedense. hayırdır dedim amk, nedir bu böyle? al okçu dedi, sana kartal getirdim. kutuyu açtım, bi baktım kuş var içinde. yok akbaba dedim amk. kutuda enteresan bir kuş vardı ama kartal değildi, emindim bundan. az buz belgesel izlemişliğimiz, vahşi dünyaya ilgimiz var tabi. yırtıcı bir kuş türüydü, henüz yavruydu. eleman başladı anlatmaya. meğersem geçenlerde yazlıklarına gitmişler kontrol amaçlı. bu hayvan da yazlıklarının balkonuna sığınmış. görünce kıyamamış tabi, almış bakayım diye, dönüşte getirmiş istanbul’ a. birkaç gün evde bakayım falan derken, bu ibnenin anneannesi de bunlarla kalıyor. aman oğlum demiş gözlerimizi oyar bu musibet, al götür bunu bi yere ver. nene, zaten o yaşta oyulmamış yerin kalmamıştır ya, neyse. bizimki de düşünmüş, okçu’ da teras var nasıl olsa, hem sever o hayvanları, bakar bi müddet. tabi okçu wwf türkiye şubesi nasıl olsa, o hesap. birer duble rakı doldurduk, kuşu inceledim o esnada. sonra google’ da biraz araştırma yaptım. meğersem kerkenezmiş bizim sığırın kartal dediği. böyle atmacaya benzeyen, narin yapılı yırtıcı bir kuş türü. o akşam yüzlüğü devirdik ve düşündüm amk ne yapıcam ben bu kuşla diye. terasta küçük bir yuva yaptım. içine pamuk falan tıkadım ısınsın ibne diye. arada mangal yaptığımda et veriyordum, elimden yemeye alışmıştı. işin en güzel tarafı da, akşamları beverly hills ahalisi köpek gezdirirken, ben bunun ayağına ip bağlayıp, kolumu acıtmasın diye giydiğim kalın ve kapüşonlu sweatshirtümle kerkenezi gezdiriyordum sırtımda okla beraber. alın size görgüsüz ibneler, hayvan dediğin böyle gezdirilir amk. bu mevzu yaklaşık bir on gün kadar böyle devam etti. sonra bir akşam eve geldim. bi duble rakı doldurup terasa çıktım. bizimki ortalarda yoktu. yuvasını kontrol ettim, orada da yok. muhtemelen yeterince güçlenmiş ve ait olduğu yere doğru kanatlanmıştı. bi sigara yaktım ve sonra dedim ki okçu, belki sen de buralara ait değilsin ama kanatların yok. neyse, siktir et. dubleyi diktim kafaya, sonra bir tane daha doldurdum. kuş uçup gitmişti ama okum duruyordu hala yerinde. bir arka blokta değişik bi lavuk oturuyor. sabahları karşılaşıyoruz bazen, yan yan yürüyor böyle yengeç gibi, yürürken tuhaf tripler yaşıyor. rakı tayfasından olduğu belli diye düşünmüştüm, bu da bizden dedim kendi kendime. rakıcı adamı yüz metre öteden tanırım, hiç yanılmadım. arada sitenin kafesinde karşılaşıyoruz, selam reyiz tadında başını önüne indiriyor falan. arkadaşın biri dedi ki, abi tipe bak, aynı daniel craig’e benziyor. hoş, bond serileri pierce brosnan’dan sonra bitmiştir benim için; ulan dedim, daniel craig dediğin adamın bayrampaşa yıldırım mahallesi’nde tekstil atölyesi işleten arnavutlardan ne farkı var amk? neyse, bi akşam kafede takılırken bizim daniel dedi ki, abi bana gelin bu akşam hep beraber, muhabbet ederiz falan. iyi dedim, 1 saat sonra sendeyiz. sen git hazırlık yap. neyse kalktı bu, evine gitti. biz de arkadaşla tekele gidip 100’lük rakı aldık, çıktık bunun eve. bi baktım her taraf çiçek dolu. bir sürü bitki böyle, sanırsın onikinci katta amazon ormanı var amk. asıl şok ikinci dalgada geldi ama; adam çay demlemiş. ulan dedim, rakı aldık sen muhabbet edelim deyince içeriz hesabı, bu çay ne iş? abi dedi, ben alkol kullanmıyorum, bu yaşıma kadar ağzıma sürmedim. e ben seni sabahları görüyorum, kafan bi milyonmuş gibi dolaşıyorsun. bilmiyorum valla abi dedi, öyle mi dolaşıyorum? çaylarımızı içtik, rakıya hiç el sürmeden şişeyi alıp çıktık. gel dedim arkadaşa, biz terasımızda içeriz babalar gibi rakımızı. çıktık terasa, doldurduk rakıları. biraz lahana turşusu çıkardım, mangallık halim kalmamıştı. ilk dubleyi fondip yapıp yenisini doldurdum hemen. sonra düşünmeye başladım nasıl tahminimde yanılırım diye ama sonradan aklıma bir şey geldi. rakıcı diye tespit ettiğim ama rakı içmeyen sığırın evinde nerden baksan elli tane çiçek, bitki vesaire vardı. o ibneler gündüz fotosentez yapıp oksijen veriyorlardı değil mi? peki gece ne yapıyorlardı? oksijeni alıyor, yerine karbondioksit veriyordu hepsi. amk elli tane çiçekle aynı evi paylaş, gece oksijen yerine karbondioksit solursun ve sabah maymun götü gibi uyanırsın haliyle, okçu da seni akşamdan kalma zanneder tabi götveren. bu biraz rahatlatmıştı içimi. ulan dedim sonra kendi kendime, rakı değil, meğersem çiçekmiş adamın beynini eriten. vur okçu rakının dibine, bakma sen kimselere. afiyet olsun bakalım sitedeki berberden bahsetmiştim. o ibnenin bir çırağı var ama tipi görüceksiniz, tam komançi. komançinin bir de arkadaşı var, sürekli dükkana girip çıkan bitirim tipli bir şey. bilirsiniz hani, genelde berber çıraklarının haybeci arkadaşları olur amk. mekana gelip günde on kere saçlarına jöle sürerler, içerideki bütün gazeteleri okurlar, gereksiz yere olur olmadık yerde muhabbete atlarlar falan. bi akşam enseyi aldırmaya gittim. berber yoktu; komançi çırağı ve çırağın haybeci arkadaşı vardı. dedim ustan nerde, enseyi aldırıcaktım. usta erken çıktı, ben hallederim abi dedi. olm dedim, halledebilecek misin lan, zarar verme kafama. yok abi dedi, sen hiç merak etme. neyse başladı çalışmaya. bu arada haybeci de bir mevzu anlatıyor çırağa. yok işte çalıştığı yerde patronla münakaşa etmişler. patron siktir çekmiş buna. ulan demiş, bekle senin ananı sikecem. bizim sitede halil diye bir çocuk var. ağır başlı, efendi bir genç ama tek kusuru kendini polat alemdar sanması. böyle stajyer mafya havalarında yani. gelmiş haybeci, almış halil’i. gitmişler, basmışlar dükkanı. anlattığına göre taş taş üstünde kalmamış, her yeri dağıtmışlar. patronu fena benzetmişler. ama nasıl alatıyor ballandıra ballandıra bir görseniz; olayı yaşıyor yani resmen anlatırken. vurdum tekmeyi kapıya diyor, gömdüm patrona kafayı diyor. harabeye çevirdik mekanı, adamın iş yerini başına geçirdik halil’le diyor. hatta inanmazsan sorarsın ona diyor falan. benim ense traşı o meyanda bitti. borcumuz nedir kardeş dedim, beş lira abi dedi. lan ibne dedim, iki makina salladın, beş lira mı vericez amk. çıkardım cebimden bir buçuk lira, al dedim. bu bile fazla sana ama neyse. çıktım, eve doğru yürümeye başladım. o esnada bi baktım halil dediğim çocuk, babasının pardesüsünü giymiş, pardesü yere sürtüne sürtüne büfeye doğru yürüyor. halil diye bağırdım, buyur abi deyip koştu geldi yanıma. kardeş dedim, şu berbere takılan bi kereste var. turgay mı? evet galiba; onunla mekan basmışsınız, taş taş üstünde kalmamış, doğru mu dedim. o mu anlattı abi sana diye sordu, hayır dedim. berberin çırağına anlatıyordu, kulak misafiri oldum dedim. mekana gittiğimiz doğru olmasına doğru ama dedi, taş atıp kaçtık dedi. paçayı zor kurtardık, anamızı sikiyorlardı dedi. girmişler mekana, işte geldim lan, şimdi konuş bakalım demiş patronuna. adam kapmış sopayı ve üzerlerine yürümüş. bu tükürmüş adama. topuklamışlar anında, kaçarken de yerden taş alıp cama atmışlar ama camı bile kıramamışlar. koşarken düşmüş halil pardesüye takılıp. az daha yakalayıp bunu sikeceklermiş de ucuz kurtulmuş anlattığına göre. tamam kardeşim, iyi akşamlar sana dedim ve eve çıktım. hava güzeldi, terasta rakı içeyim bari dedim. bir duble doldurdum, yanına da bi salatalık kesip limonladım. ilk duble bitti. ikinci dubleden bir yudum aldım ve düşündüm. ulan dedim okçu, türkiye’nin köklü bir kurumundan oyunculuk bursu bile aldın ama gelgelelim şu bitirim haybeci kadar yeteneğin yok galiba dedim. piç kurusu öyle destekli sıkmıştı ki, halil’i görüp sormasam harbiden inanacaktım götverene. adam önce kendi inanmıştı anlattığı yalan mevzuya, kafasında her şeyi tüm detayıyla kurmuştu ve öyle bir anlatıyordu ki, inanmamak mümkün değildi. sonra geçirdim içimden, ben seni illa görürüm buralarda yalancı ibne dedim. artık benim de yapacağım birkaç şey vardı çünkü fitness salonu, hamamı ve saunası olan bir sitede oturuyorum. arada kullanmak icap ediyor tabi, çünkü sonuçta kullansam da kullanmasam da, ödediğim aidatın içine iteliyorlar bunların bedelini. mesela yoğun içtiğimiz akşamların sabahı saunaya girmek cazip oluyor aslında; gerçekten kısa zamanda kendime gelebiliyorum. bu yüzden faydalı diyebilirim. geçenlerde birkaç gün spor salonuna takılayım dedim, gittiğime gideceğime pişman oldum. yaz geliyor diye ipini koparan salona inmiş amk. tabi millet yaz gelince havuz başında görsel şölen yaşatacak hani etrafına. gerizekalılara bak yaa. bütün sene boyunca manda gibi ye sen, it gibi iç; sonra da neymiş efendim vücut yapıcak, göt eriteceklermiş. neyse, altıma şort giydim, üzerime de siyah v yaka bir t-shirt geçirip girdim salona. baktım herkes rambo amk. hatunlar desen elite model look’a hazırlanıyorlar sanki. öyle bir meşakkatli çalışma var ki, ülkenin bütün kalorileri bizim sitede yakılıyor sanırsın. neyse, başladım ben kardiyoya. biraz koşayım dedim. hafif yürüyüşle saatte 5 km hızla yürüyüp sonradan yükselterek 12 km’ye kadar tempolu çıktım. bu meyanda etrafımdaki malları dinliyorum. yok işte biri diyor aminoasit alıcaksın, diğeri diyor l-carnitin var yağ yakıcı, ondan al iki aya tay gibi olursun. bir tanesi tavuk ye, öbürü ayran iç diyor. ulan bakıyorum sığırlara, göt bir yerde göbek bir yerde ama lafa gelince sanırsın herkes kırk yıllık badici. bu arada koşuyu bitirmiştim. biraz terlemişim tabi. havluyla kurulanıp üzerimdeki t-shirtü çıkardım. siyah atlet vardı onun altında. bi baktım, millet bana bakıyor çaktırmadan. spor salonunda o kaçamak bakışları mutlaka hissedersiniz amk. hafiften bench press yapmaya başladım o meyanda. üçüncü seti bitirdikten sonra yanıma biraz önce aminoasitten bahseden iki dangalak geldi. okçu abi dediler, sen özel bir şey kullanıyor musun? ne gibi dedim, abi sağlam şekil yapmışsın da o yüzden merak ettik, ilaç falan alıyor musun dediler. yok olm dedim, ne ilacı amk. arada ok atıyorum işte. onun haricinde akşamları rakı içiyorum. sucuk mangal, beyaz peynir, turşu falan. diğer bir mal lafa atladı, evet abi dedi; beyaz peynirden olabilir. bilmiyorum amk, belki olabilir dedim. sonra biraz da kol çalışıp önce duşa sonra da saunaya girdim. baktım, saunada da sitenin orta yaş tayfasından birkaç gavat am göt muhabbeti yapıyor. ulan o sıcağın altında hiç üşenmiyorlar, bir de gülüşüyorlar falan; insanın iflahı kesilir lan. biri anlatıyor işte çıkarmadan iki gidiyorum, diğeri bi ona bi ona, bi ona bi ona diyor. en son aralarından biri kırk yaşındayım ama dalgayı kaldırdığımda üzerine havlu asabiliyorum dedi. ayağa kalktım. dayı dedim, 31 yaşındayım ve o bahsettiğin havluyu ıslatıp asıyorum dalgaya, varsın ağırlığı sen düşün; ne yapıcaz şimdi dedim. ihih, öhöh gençlik işte falan dedi. eyvallah dedim, çıktım saunadan. soğuk bir duş aldım ve sonra eve ilerledim. hava gayet güzeldi ve vakit de henüz erkendi. dolaptan bi bira aldım. bir de sigara yaktım ardından. bira saunadan sonra müthiş iyi gelmişti. neredeyse tek nefeste ilkini indirip ikinciyi açtım. içerken aklıma geldi. ulan dedim okçu, bazı ibneler böyle bilip bilmedikleri ya da yapamadıkları şeyleri kulaktan dolma bilgilerle çok iyi yapıyormuş izlenimi vererek sıkmaya ne kadar da meraklı böyle. gerçi bugün alayının havasını söndürdüm ama bitmiyor ki götverenler, her gün yeni biri daha türüyor. sonra siktir et dedim, asabını bozmasın elin itleri. yaktım bir sigara daha. güneş içimi ısıtmaya başlamıştı ve atletimi çıkardım. terasta güneşlenmek ruhumu da biraz ısıtır belki diye sandalyeye oturup uzattım ayaklarımı. üçüncü bira sırada beni bekliyordu geçen cumartesi eurovision şarkı yarışması varmış. hiç takip etmem, sikimde değildir ama eve girerken bizim sitedeki bazı andavalların çardağın altında büyük bir coşkuyla bu yarışmayı izlemek için hazırlandıklarını görünce ulan dedim okçu, acaba sende mi bir tuhaflık var. yok azerbaycan türkiye’ye 10 puan vermiş, yok ermenistan sıfır çekmiş, yok efendim bu sene danimarka çok kuvvetli geliyormuş falan. gerizekalılara bak yaa, işleri güçleri yok, babalarının malını paylaşamıyorlar sanki. hiçbir boka benzemeyen, sanatsal açıdan bir değer taşımayan şarkılar uğruna birbirlerini sikecekler neredeyse. neyse boşver okçu dedim, bozma sinirini şimdi akşam akşam. terasa çıktım, hava gayet güzeldi. bi duble rakı doldurdum. sonra ince ince salatalık doğrayıp bardağın içine soktum ve içine de limon sıkıp azıcık sirke ilave ettim. baktım aşağıdan gürültüler geliyor; türkiye türkiye, bonomo höbödö falan diye bağırıyorlar, açtım zeki müren’i, verdim yayını aşağı doğru son ses alkışlarla yaşıyorum hesabı. keyiflerini kaçırdım ibnelerin, müslüman mahallesinde salyangoz sattırmam lan dedim. ilk duble bitti, ikinciyi doldurdum. o akşam biraz yavaş gideyim dedim. paşamızın şarkılarını sindire sindire dinletmek istedim cibiliyetsiz götverenlere. ulan bakıyorsun, site aidatını doğru düzgün ödeyemeyen sığırlar, eurovision izlerken 37 ülkeye ihracat yapan bir anonim şirketinin muharras azaları gibi çok bilmiş triplerine giriyorlar. üçüncü dubleyi doldururken sesi daha da açtım. tüm site zeki müren’le inliyordu. ah be paşam dedim sonra içimden, öyleydin böyleydin ama şarkı söylerken götün başın ayrı oynamazdı asla eurovisiondakiler gibi. sonuçlara hiç bakmadım, kaçıncı oldular onu da bilmiyorum ama bildiğim tek şey rahmetli zeki müren’e trilyon da verseler eurovision gibi boktan bir organizasyona katılmayacağıydı geçen ay alt kata yeni bir lavuk taşındı. saçları uzun, at kuyruğu şeklinde bağlıyor, john lennon’ın yuvarlak gözlüklerinden takıyor ve sürekli yandan asmalı bir çantayla dolaşıyor. sitedeki kafede muhabbet ederlerken duydum, meğer sembolist akımı destekleyen bir şairmiş. ismi de berkay küçükşenkal. ahaha isme bak amk; bu isimle nalbur olamazsın mesela ya da kartonpiyerci. uymuş yani. hareketlerine falan uyuz oldum bunun, çok bilmiş entel dantel ayaklarında. konuşurken tuhaf tuhaf kelimeler kullanıyor, insanların kafasını karıştırıyor götveren. isınamadım açıkçası. google’da aratsan çıkmıyor yani ama havasından geçilmiyor. neyse, bir gün bizim evde ufak tefek bir tadilat işi vardı, kırmalı dökmeli. haliyle gürültü de çıkıyor tabi, napıcan amk. ben işi yapan ustaya lahmacun söyledim o arada, kendime de bi duble rakı doldurdum. beş dakika kadar sonra zil çaldı. bi baktım, lahmacuncuyu beklerken karşımda berkay küçükşenkal amk. hayırdır dedim? üstadım dedi, çok gürültü geliyor, uyuyamıyorum. saat kaç dedim, 15:30 dedi. ulan dedim, gece uyumuyor musun sen, bu saatte ne uykusu bu? cihangir mi amk burası? yok efendim, gürültü yapmaya hakkınız yok, yok efendim toplu yaşanan yerlerde insanların birbirine saygısı olması gerekiyor dedi. bu bağlamda kendisini anlayışla karşılamamız gerekiyormuş. bak güzel kardeşim dedim, sikicem seni de, şiirini de, semboliğini de şimdi, işimiz gücümüz var bas git amk dedim. siz gürültüyü kesene kadar gitmiyorum, gerekirse şikayet edeceğim dedi. bizi dinleyen usta o arada hışımla mala fırlattı buna içerden, sıyırdı geçti. çıkar la o gozlühleri, geliom amuğa goduum dedi. anında topukladı berkay küçükşenkal, roket gibi yangın çıkışından aşağı indi. gitmiş, site yönetimine şikayet etmiş. ben polis çağırır diye umuyordum ama. yönetimden geldiler 15 dakika kadar sonra. hayırdır dedim; gürültü oluyormuş. saat kaç dedim, 16:00 dediler. bugün günlerden ne dedim, perşembe dediler. tadilat yapmak için herhangi bir sıkıntı var mı dedim. prosedüre uygun, herhangi bir sıkıntı yok dediler. o halde niye geldiniz buraya? birbirlerine baktılar, berkay küçükşenkal da arkalarındaydı. yok işte berkay bey’e mala fırlatmışsınız, sitede bu tarz şiddet yanlısı hareketlere karşıyız dediler. gittim içerden kaptım oku, bunlara doğru böyle çektim yayı, yakın mesafeden nişan aldım. berkay küçükşenkal kaçtı yine yangın merdivenlerine doğru. yönetimin adamı sakin olun beyefendi lütfen, korkutmayın bizi böyle dedi ve asansörü çağırdı. berkay küçükşenkal da aşağıdan dinliyor ama, farkındayım. sikicem o şairi dedim, inadına sabah akşam kasap havası çalmayan okçuyu da siksinler bundan sonra. adamlar bastı gitti. o sırada lahmacuncu gelmişti. ustaya verdim lahmacunlarını ve kendime de bir duble rakı doldurdum. dolapta yoğurt vardı. içine biraz salatalık doğrayıp, üzerine de nane serpip cacık yaptım ve terasa çıktım. bastım kasap havasını son ses, ustaya da daha gürültülü çalışmasını tembihledim. ulan dedim okçu, iyi yaptın. gereksiz bir şairden posta mı yiyecektin bir de. en iyisi cacık ye dedim ve kaşıkladım. sonra aklıma geldi: “cacık yedim, suluydu, kaydı düştü halıya domalsın da gömelim şu ibine berkay’a” diye bir de beyit yazdım arada. şiirim gelmişti. rakı da iyi gidiyordu. güzel bir gece olucaktı, hissediyordum birkaç gün önce eve çıkmadan kafeye bakayım dedim kimler var, kimler yok. içeri girdim, ne göreyim ekranda, yamyamın biri uzun hava söylüyor dayadım sırtımı merdivaanaa merdiveaaaanaaaaaa diye. bizim sığırlar da onu izliyorlar böyle hayranlıkla. ulan dedim bu ne amk? biri atladı, dürkçe olümpüyatları dedi. amcık dedim, elin yamyamına bile uzun hava okutuyorlar, sen doğru düzgün konuşamıyorsun. emolardan basri de oradaydı. okhcu abhie demeye kalmadan, sakın dedim basri, sakın; ağzını kırarım. hoş, yamyam türkü çığırınca ne sikime merhem olucak onu da bilmiyorum. gerçi king crimson’dan epitaph’ı söylese eyvallah derdim ama, neyse şimdi siktir et havaların ısınmasıyla birlikte sitede bir şenliktir gidiyor. gündüz havuz, akşam çardak falan derken yaz kendini iyice hissettirmeye başladı. bi akşam eve giderken birkaç tane bira aldım. yazın iyi gidiyor namussuz. özellikle rakıdan sonra da bira içme adetim vardır cila niyetine. neyse, baktım çardağın altında birkaç tane diplomat tipli götveren oturmuş muhabbet ediyorlar. biri anlatıyor işte, azizim ben daha önce moda’da oturuyordum. oranın ortamı, oranın insanı bir başka oluyor. mesela bizim apartmanda klasik müzik sesleri yükselirdi sürekli. böyle insanlar kaldı mı hiç? bakın, bir tane bulamazsınız derken bana doğru yönelip, mesela sen genç adam, hayatında hiç klasik müzik dinledin mi diye sordu? gözlerinin içine baktım ve bayım dedim, bach’tan tut, mozart’a, beethoven’dan tut, chopin’e kadar yeryüzünde büyük bestekarlar tarafından yapılmış hemen her eseri bilirim ve hatta duyduğum bir eserin hangi bestekara ait olduğunu bile söyleyebilirim dedim. adamın suratı hani kemal sunal filmlerinde, özellikle korkusuz korkak gibi natuk baytan’ın yönettiklerinde oynayan figüranların korkma ya da şaşırma durumlarına verdikleri ani ve aşırı tepki halleri gibi ağzı açık gözleri pörtlek bir hal aldı. dedim ki bayım, 15 milyonluk istanbul’da maalesef bana denk geldiniz, çok üzgünüm. millet gülmeye başladı, adam kıpkırmızı oldu. nefes alıp verme şekli değişti. kestim ibnenin nefesini amk. neyse, onları çardak altında bırakıp bizim bloğa doğru ilerlerken bi baktım, emo basri ve arkadaşları kapının orada dolanıyorlar, hepsinde de gözlük var. hani bu ray-ban’ın moda olan kemik wayfarerları var ya, onun şeffaf camlısından takmışlar. belli ki sahibinden.com’dan falan toplu sipariş vermişler. basri dedim, allah belanızı versin, bilimadamı mı oldunuz lan emoluğu bırakıp. ulan laleler, sanırsın national geographic’in yağmur ormanlarına gönderdiği biyolog ekip, orangutanların sosyal hayatlarından nasıl davrandıklarını kayıt ediyor., tipleri görüceksin. siktirin gidin amk evinize mi, nükleer reaktöre mi, artık nereye gidiyorsanız dedim, çıktım yukarı. güzel bir akşamdı. biraları dolaba dizdim ve bir duble rakı doldurdum. biraz keçi peyniri kestim, biraz da sucuk. sonra düşünmeye başladım. siktiğimin yerinde monşer kılıklı bir dalyarak farklı sınıfa ait olduğunu gösterircesine klasik müzikten bahsediyordu. amacı etrafına farklı olduğunu göstermekti ama farklı değildi. emolar kemik gözlük takarak modaya uyuyordu. amaçları etrafındakilerden farklı olma isteğiydi, oysa ki farklı değildiler. kendilerine yakışıp yakışmadığı umurlarında değildi, hoş dalgıç gözlüğü gibi duruyordu zaten amk. hayır yani, bir şey değil, dandik camdan korneaları yanacak, sonra anaları babaları uğraşacaktı sefil piçlerle. boşver okçu dedim sonra, bırak dünyanın derdini. vurdum rakının dibine, açtım son ses chopin’den nocturne in c sharp minor’ü. notalar yıldızlara doğru uzanmaya başlamıştı. hava sıcaktı ama ben üşüyordum bizim blokta iki tane üniversite öğrencisi kalıyor. arada görüyorum, selam veriyorlar falan. bir gün kafede otururken yan masada konuşmalarına şahit oldum. meğersem bu mallar veterinerlik fakültesinde okuyorlarmış. final zamanı, ellerinde kitaplar, sınav hakkında konuşuyorlar. ya olm ne yapıcaz, boku yedik, böyle ders mi olur diye. tutamadım kendimi, dedim ki lan sik kırıkları altı üstü sincaba çalışıp sınava giriyorsunuz, memleket meselesi yaptınız bunu amk. hayır yani sanırsın atom fiziği okuyorlar, ne bileyim uluslararası siyaset okuyorlar, tafralarına bak piçlerin. mezun olup fino götü traş edicen işte, o kadar. bunlardan birini geçen haftasonu havuz kenarında gördüm, şezlongta güneşlenip bira çakozluyordum. baktım, palet, şnorkel, gözlük takmış; havuza atladı. dedim sen ne ayaksın lan, zıpkın da vereyim mi? olmazsa oku getireyim evden amk. beyne bak arkadaş, havuza giriyor ama sanırsın kaptan cousteau götveren. sonra ne var mesela, ulan bir insanın komşusu defineci olur mu yaa? defineci adam var amk bizim sitede, define avcısı ibne. hani böyle kahvede otururlar ya, ellerinde harita, hep böyle geyik çevirirler yok şurada bu var, şurada şu gömülü diye. çulsuz lavuk ömrünü bu işe harcamış; kısık sesli bir de, altılı ganyan bayiinde bütün gün ellerinde yarış 81 bülteni, ağızlarında maltepe sigarası olan bıyıkları sararmış dayılar gibi konuşuyor. son ayakta kim gelir diye soruyorum zaten arada. böyle tipler olmasa hayatın hiçbir anlamı kalmazdı, eminim bundan. bunlarla vakit geçirip oyalanıyoruz ve o geçen kısma da ömür diyoruz zaten. geçen terastaydım. bi duble rakı doldurdum. sonra aklıma geldi, oku aldım ve taratsa bulunduğum yerden yukarı doğru fırlattım. kız arkadaşlardan biri geldi, ne yapıyosun dedi. deney yapıyorum amk dedim. okun kendi kendine ne kadar yükseldiğini ve nerede tam olarak durup düşüşe geçmeye başladığını analiz ediyorum dedim. ciddiye aldı ve sorular sormaya başladı, düşüş hızı ne kadardır sence falan diye. lan bi siktir git çay koy kendine, çıldırtma beni şimdi dedim. bi duble daha rakı doldurdum. rakının üzerimdeki sakinleştirici etkisi yadsınamazdı. sonra pink floyd’tan echoes’u açtım son ses. güzel bir gece olacaktı, tüm kalbimle inanıyordum ulan geçen gün dikkatimi çekti, sabahları sitede herkes yürüyüşe, koşuya falan çıkmış. giymişler eşofmanları, kulaklarında kulaklık, hepsi aynı model. amk sanırsın los angeles sahilinde yaşıyoruz. sefil ibneler, dolaplarına baksan yiyecek yemekleri yok doğru düzgün ama yürüyüş yaparak, koşarak sağlıklarına dikkat ediyorlar sanki başka dertleri yokmuş gibi. hani her şeyi aşmışlar, bilim ve sanatta muhasır medeniyetler seviyesine yükselmişler, ekonomide dünya deviyiz ve spor yaparak sağlıklarına da dikkat ediyorlar obeziteye karşı. elektrik faturasını yatıramıyor adam amk, site aidatını veremiyor ama sabahları yürüyor sanki kahvaltıda pastırmalı yumurta yemiş, jambon yemiş de kalori yakmaya çalışan bir sanayici izlenimi veriyor etrafına. böyle otomatik mekanizmalı ok yapıp bir sabah vakti taramak istiyorum hepsini terasımdan, potemkin zırhlısı’ndaki odessa merdivenleri sahnesi gibi. nasıl yusuf yusuf olucaklarını merak ediyorum ondan sonra. ortalıkta adam kalmaz amk. yusuf dedim de aklıma geldi. geçen akşam tekele gittiğimde bi baktım leblebi tozu var rafta. çocukluğumuzda takılırdık öyle, şimdiki nutellacı piçler gibi değildik. leblebi tozuyla büyüdük biz. ver bakayım dedim üç paket. tam eve giricem, baktım emolar blok kapısının önünde oturuyorlar, maymunlar gibi birbirlerini ayıklıyorlar falan. beni görünce ayağa kalktılar. dizilin lan ibneler dedim yan yana ve hepsine leblebi tozu yedirdim. yusuf demelerini söyledim sonra. diyemiyorlar tabi mallar, yotöf, yobof falan diye sesler çıkıyor. eğlendim baya. sonra bi bira açıp üçüne birden pay ettim ki osururlarsa ortalık tozumasın amk. eve çıktım ve bir duble rakı doldurdum. en sevdiğim çizgi film olan tom ve jerry’yi açtım. suratları bir anda ütü şeklini alsa da, ya da üzerlerine 250 kiloluk bir piyano düşse de saniyesinde eski hallerine dönebiliyorlardı. hayat onlara güzeldi. ramazandan biraz önceydi. evde oturmuş bira içiyordum. öğleden sonra sularıydı. ulan şöyle birkaç saat kafa dinleyeyim dedim ama olmuyor, alt kattan mezdeke sesleri geliyordu. terasa çıktım, alt kata doğru bağırdım nermin teyze ne oluyor amk diye? kafayı yukarı doğru çevirdi, dedim dönme fazla düşüceksin. okçu dedi, gel evladım, sana bir tabak bir şeyler vereyim. iyi dedim lan, o an yemek yapmaya da üşenmiştim. indim alt kata, kapı açıldı. bi baktım, içeride karılar oynuyor altın günü hesabı. nermin teyze de bir tabak kısır koymuş, bana uzatıyor. dedim ki teyze valla yıllardır içerim ama şu kısır kafası gibisi yok sanırım. baksana, yiyen oynuyor amk, artık nasıl bir şeyse. teşekkür edip çıktım yukarı. yarım saat geçmeden kısırı yedim, midemi şişirdi. şişik bir mideyle içmek keyifli olmuyor. en iyisi havuza ineyim dedim. hafta içi olduğu için boş yer bulmak daha kolaydı. hayır yani, bazı götverenler cumartesi akşamından havlu koyuyorlar havuza pazar günü yer kapabilmek için. sanırsın tatil köyüne gelmişler, bir açık büfeleri eksik. zaten cumartesi gecesi şezlonglarda gördüğüm havluların hepsini havuza atıyorum. götü yiyen bir şey desin amk. neyse, anlatacağım mevzu bu değildi. ben güneşlenirken yan şezlonga iki tane hatun geldi. daha önceden görmüştüm bunları, öğrenci olduklarını biliyordum. beraber kalıyorlardı. fena sayılmazlardı gerçi ama çok frapan giyinmişlerdi. böyle koca koca güneş gözlükleri, rengarenk pareolar, saat başı gidip bikini değiştirmeler falan. havuza atlayıp çıktım, kurulanırken bir baktım bana bakıyorlar. hayırdır dedim amk, ne oluyor? meğersem rüzgardan ötürü su damlıyormuş üzerimden bunlara. dikkat eder misin biraz dediler aynı anda, sılanıyoruz. dedim siz nerelisiniz? nevşehirliyiz dedi biri, sanki newyorklularmışçasına. ulan dedim, memleketinizde baraja girersiniz, sulama kanalına girersiniz, buraya gelip ikoncan mı oldunuz iki günde gerizekalılar? tam da kurulanmışken alın amk diyip bombalama atladım suya, siktim analarını, sırılsıklam oldular. hemen toplanıp söylene söylene evlerine gittiler. sonra ben de tekrar kurulanıp çıktım evime. çıktım terasıma. doldurdum bir duble rakı. iki tane de buz attım içine. yavaş yavaş akşam oluyordu ve akşam serininin yerini hiçbir şey tutamazdı, biliyordum. iki gün önce evde iftar yemeği verdim. aradığım kişilere bunun bir pazar sürprizi iftarı olmadığını ve oruç tutmuyorlarsa gelmemelerini söyledim. nedir öyle amk, sanatçılar iftar veriyorlar, ortalık çin kerhanesi gibi oluyor. sanatçı dediğime bakmayın işte, adları sanatçı sadece. ulan bakıyorsun, bir tanesi bile oruç tutmuyor ibnelerin ama sofrada öyle çok acıktım tripleri falan havada uçuşuyor. sonra başına fesi geçiren türlü türlü maymunluklar yapıyor, alıyor darbukayı eline, ağzını bi karış açıp kameralara karşı anırıyor. hayır yani oruç tutmak zorunda değilsin, hiç kimse değil ama en azından tutuyorum ayağına yatma göt. bakıyorsun, bir de hurma ile açıyor tutmadığı orucunu, sanırsın hicret’e katılmış zamanında. neyse, sofrayı hazırladım ufaktan. insanlar gelmeye başladılar. benim de kendi çapımda sanatçı dostlarım var tabi. kapıda durdum ve her gelene oruçlu musun diye sordum. bir tanesine güvenmedim ve fatiha’yı oku lan dedim. okudu. sonra maun suresi’ni sordum, daaaat, sıçtı tabi ama o zaten zor bir sure olduğu için idare ettim götvereni. vakit geldi, insanlar oruçlarını açtılar. güzel ve keyifli bir yemek oldu. ramazan eğlencesi yapmadık öyle sazlı sözlü, yemeğini yiyen siktir oldu gitti. o akşam içmemiştim. zaten bütün gün bir şey yiyip içmiyorsun ve o yemekten sonraki sigara bir büyük rakı etkisi yaratıyordu. ama sonra düşündüm, yarın nasıl olsa oruç tutmayacağım diye. doldurdum bir duble rakı, o gün yeterince sevap işlemiştim ve durumu dengelemem lazımdı. iyi biri değildim; hem de hiç curcunayı pek sevmiyorum, özellikle yaz ayları hiç sevmiyorum. sitenin havuzu menekşe halk plajı gibi oluyor amk. herkes akrabasını getirmiş, havuzlu sitede oturuyoruz gelin falan diye topluyorlar milleti. geçen gün hayvanın biri amerika’ da okuyan ve yazları tatile gelen kuzenini getirmiş, kurdular tezgahlarını. ben de serinlemek için inmiştim, vakit öğle vakti. zaten içim yanmış, kafam dünden eğri büğrü. baktım bir de gitar çıkardı sığırlar. emolara kızıyordum ama bunlar daha beter çıktılar amk. amerikalı’ nın sesi aynı nejat yavaşoğulları ama. bi şarkı söyledi, iki ördek indirdi havuza gökyüzünden. neyse, bunlar makara yapıcaklar ya, lavuk amerika’ dan köpekbalığı yüzgeci getirmiş, şaka maksatlı. hani böyle kemerle bele bağlananlardan, strapon gibi. jaws hesabı takılıyor havuzda. komşulardan birinin alzheimer hastası annesi var. adam dolaştırıyor arada annesini, hava alsın, biraz değişiklik olsun diye. kadıncağız bağırmaya başladı havuzda yüzgeçle yüzen bu piçi görünce köpekbalığı vaaarr diye. kalktım ayağa, dedim yettiimm teyze, uçarak çift daldım ibneye havuza atlayıp. bi baktım elaman ters döndü kefal gibi. millet toplandı tabi. teyze alkışladı ama bayaa. sonra çıktım eve. ton balığı vardı, yemedim. iki dilim çiğ sucuk attım ağzıma. bi duble rakı doldurdum ve dedim kendi kendime, günler tepelerden yuvarlananan kayalar gibi okçu; sana hangisi denk gelecek acaba? nerede ve ne zaman; kimbilir bu sıralar biraz uzak kaldık, kusura bakmayın beyler. malum yaz ayları, hareket fazla oluyor. olunca da haliyle o taraflara kanalize olma durumunda kalıyoruz. artık havalar serinlemeye başladı. serinlemesine serinliyor ama bizim sitenin kedileri sikişmeye devam ediyor hala amk. geçen komşunun arabasının motor kısmına yavru kedi girmiş. nasıl bağırıyor ama piç kurusu ciyak ciyak böyle. baktım, millet toplanmış aşağıda, merak ettim indim. hayırdır falan derken, anlattılar durumu; kedi var arabanın motorunda, ne yapıcam diye sordu adam. kedi uzmanıyım ya ben amk, çalıştır motoru, eksozdan fırlasın piç dedim, bakıyorlar mal mal. ulan dedim, açın şu kaputu, verin bana bir fırça sapı. biraz uğraştım ama sonunda çıkardım kediyi. bir de böyle tıslıyor bana eşşoolu. çektim kulağını, yere bıraktım. bu sefer diğer arabanın altına kaçtı. sikerim ananızı dedim, çıktım yukarı. bir duble rakı doldurdum. ilk dubleyi genelde hızlı atıyorum. ikinciyi doldururken düşündüm, ben bu sitede olmasam bir kediyi bile arabanın motorundan çıkaramaycaklardı sığırlar ama hala içten içe bana uyuz olan birkaç götverenin varlığını hissedebiliyordum. bu beni rahatsız etmiyordu oysa. aksine bunların varlığını hissettikçe mutlu oluyordum çünkü meşgul olmam gereken bir şeyler lazımdı sürekli bana ve tam aradığım yerdeydim.. değişik değişik tipler var sitede. bir tane hacı abi var mesela, yaklaşık 50 yaşlarında; iyi bir insan olduğunu düşünüyorum ama. espri anlayışı olan bir hacı en azından. arada kızdırıyorum bunu. mesela geçenlerde takıldım inceden, en büyük isa, en büyük isa diye bağırıyorum arkasından. ulan hiç beklemezdim, adam bana döndü, muhammed şak şak şak, muhammed şak şak şak diye taraftar gibi alkış tuttu. 50 yaşında sakallı bir adamdan bu tezahüratı görmek ve işitmek enteresan tabi. işte öyle bir yerde yaşıyorum amk, normal insan yok spor salonunda hatunun biri telefon numaramı istemişti. verdim ben de haliyle. bi öğleden sonra saat 15:00 suları, açmışım osman cavcı reyizden zampara seyfettin’i, ki godfather i ve ii’den sonra en değerli filmlerden biridir benim için, doldurmuşum rakımı, sezonun son kavununu da kesmişim inceden. telefon çaldı. hatun diyor ki, merhaba ben yeliz. spor salonunda tanışmıştık. evet, hatırladım dedim. naber nasılsın faslından sonra, ben hatunu çağırmadan o beni çağırdı evine. şu blokta, şu dairedeyim dedi. rakım bitmemişti, bardağı alıp indim aşağı. gittim bunun bloğa. çaldım zili, girdim içeri. hatun cidden güzeldi. o da bir şeyler hazırlamış. neden kendi bardağını getirdin diye sordu. tabi dedim amk, senin içkinden içeyim, bırakayım sonra böbreği. gülümsedi ve bardağımı alıp fondip yaptı. kendi eliyle vodka doldurdu. başladık içmeye. sonra olaya girdik tabi. o anda zırrr, zil çaldı. şimdi bi hatunla birlikte olsan ve kapı çalsa kim gelir mesela? hatunun kocası ya da sevgilisi gelebilir, babası ya da abisi gelebilir, ev arkadaşı veyahut pizza servisi gelebilir. amk karı gitti kapıyı açtı, gele gele haciz gelmiş eve. bi icra memuru, bi avukat, bir de polis. filmlerde denk gelmez böylesi. toplandım bir anda. valla dedim bende iki top bir tüfek var, koyun hacizi. adamlar güldüler amk. hatun da güldü. öyle kaotik bir çerçeve içinde millet haczi unuttu. bir tutanak yazdılar, hatuna imzalatıp gittiler. bende zaten konsantrasyon falan kalmadı. gidiyorum ben dedim ve çıktım. benim eve geçtim. yarım rakı vardı dolapta. doldurdum bir duble ve terasa çıktım. akşam olmak üzereydi. sağlam bir yudum aldım ve dedim kendi kendime, ulan kırk yıllık okçu’yu da kimvurduya getireceklerdi amk, ucuz yırttın. zaten beni bulsa bulsa ya ayyaş bulurdu ya da meyyeş. bu arada meyyeş ne lan? neyse bir buçuk yıl oluyor neredeyse buraya taşınalı. çok ilginç tipler gördüm gerçekten ama en ilginç olanları ise geçenlerde tanıştığım ve muhabbetlerinden çok keyif aldığım üç ev arkadaşı. adamların üçü de 40’lı yaşlarında ve toplumun tutunamayanlar diye tabir ettiği fakat benim gayet iyi tutunduklarına ve yaşadıklarına şahit olduğum tipler. ulan öğrenci olsa falan tamam, ev arkadaşlığı yapılır da 40’lı yaşlarda üç adamın ev arkadaşlığı yapması için ya homo olmaları ya da tuhaf bir hikaye taşımaları gerekir. şimdi bunlardan biri unkapanı köprüsü’nde olta bağlıyor, misina, iğne falan satıyor. mesleğe bak amk. dur daha. ikincisi hafta içi sirkeci treninde, haftasonu ise adalar vapurunda çakı-çakmak, ayna-tarak, ıvır zıvır şeyler satıyor bir milyona. üçüncüsü ise bakırköy’de tavşana güvercine niyet çektiriyor. hayatınızda görebileceğiniz en ilginç meslekleri icra ediyorlar bu adamlar ve bir müddettir akşamları beraber rakı içiyoruz. ulan bir kere bile ısmarlatmadılar bana, hep kendileri açtılar rakıyı. ben de ayıp olmasın diye sucuk, peynir, kavun falan getiriyorum meze olsun hesabı. öyle ilginç hikayeler var ki, hayatı gerçekten yaşadığınızı hissediyorsunuz. geçenlerde italya’da yaşayan, hatta bir vakit ünlü bir italyan aktrisle çalışma fırsatını bulmuş yönetmen bir dostuma mesaj attım ve buralarda öyle antin kuntin işler yapılıyor ki, al sana hikaye, gel de öttür be usta dedim. hayatı uzaklarda aramamak lazım. ağa barzo dizilerinde, sözlüklerden devşirilmiş popülist ve komikçi yapımlarda ya da sikimsonik gençlik dizilerinde. hayat bu adamların, bir oltacının, bir niyetçinin ya da bir çığırtkanın yaşadığı kadar gerçek; kimilerinin hiç anlayamayacağı kadar da uzakta bazen geçen akşam bi arkadaşa uğramıştım, oradan eve geçtim. hava gerçekten güzeldi ve o akşamı değerlendireyim diye birkaç tane bira alıp süs havuzunun başına geçtim. açtım birayı, ağır ağır vurmaya başladım. baktım bizim emo basri geliyor. pantolon götünden düşecek gibi itin. insan görünce tekme atmak istiyor böyle. neyse, abhi naper dedi. iyiyim basri, sen ne yapıyorsun dedim. falla dedi, inqilisce qursuna başladım, baya yohunum. hımm dedim, arkadaştan aldığım the madness of king george adlı dvd filmnin kabını gösterip ne yazıyor lan burada diye sordum. basri dvdyi inceleyip the madness of king gregory (kral gregory’nin çılgınlığı) diye cevap verdi. dvd kabıyla kafasına vurup gregory ne amk dedim, gregory ne? orada george yazıyor yarağım! hayır yani, gregory nereden aklına geldi, bu nasıl bir uydurmadır benim aklım ermedi. siktir git dedim basri, kaybol gözümün önünden. iki tane küçük çocuk geldi sonra. kendi aralarında konuşuyorlardı. işte keşke bu süs havuzunda balıklar olsa yine diye. geçen sene yönetim almıştı bir ara ama neden bilmiyorum, öldü hepsi. o akşam fazla takılmayıp eve çıktım ve ertesi gün akvaryumcuya gidip 15 tane balık aldım. japon balığına benziyordu balıklar ama süs havuzu ortamı için dayanıklı olabileceklerini söyledi akvaryumcu. fatura da kestirdim amk. minik dostlar akvaryum, 15 balık, 60 tl, kdv dahil. önce balıkları havuza indirdim poşetteki tüm suyla birlikte. sonra faturayı yönetime götürdüm. orada sekreterya işlerine bakan bir dangalak var. bu nedir diye sordu? bi kilo istavrit ve iki parça lüfer aldım dedim. pardon dedi? akvaryumcuya gittim ve süs havuzuna balık aldım, onun faturası dedim. bunu iletin yönetime, sonra aidatımdan düşersiniz. sormam lazım dedi. iyi dedim, sor. nasıl olsa eksik vericem aidatı, keyfiniz bilir. dönüşte o çocuklardan birini gördüm. bak dedim, süs havuzunda ne var. geldi baktı. vaaayy dedi, abi cennet gibi olmuş burası yaa, şu balıklara bak. koştu hemen arkadaşına haber vermek için. herkesin cennet kavramı farklıydı tabi. hatırlıyorum da, yıllar önce bir akşam oturmuşuz arkadaşlarla, kafayı sağlam çekmişiz. gözlerimi açtığımda sırtüstü yatıyordum ve başımda beyaz elbiseli biri kuran okuyordu. ulan dedim öldüm amk galiba. oysa cennete falan benzemiyordu ortalık. meğersem başımda hemşire oturuyormuş; arkadaşlar bir şey olur diye korkup beni hastaneye kaldırmışlar ve müşahade altına alındığım için hemşire de uyumamak adına başucumda kitap okuyormuş amk. uyudum tekrar; uyandığımda evdeydim bu sefer. belki cennet diye bir yer vardı ama herkes cenneti kendine göre tasvir ediyordu. benimkiyse biraz farklıydı galiba geçen akşam içiyorum evde, kapı çaldı. baktım kapıda bi joker var, bir de hayalet. bu ne lan dedim amk? ya şeker ya da şaka dediler. sikerim sizin şekerinizi de şakanızı da, girin bi içeri dedim. joker’i tanıdım az biraz. suratına beyaz pudra sürmüş, gözleri siyaha, dudaklarını da kırmızıya boyamış emolardan biri. günlük halin bu dedim zaten amk. diğer hayalet kim merak etmedim hiç. bi kaldırdım çarşafı, altında emo basri var. ulan dedim basri, allah senin belanı versin. arkadaşın yine uğraşmış, makyaj yapmış falan. sen üzerine anneannenin çarşafını atıp kostüm yapmışsın estetikten yoksun piç. cadılar bayramıymış meğersem amk dün gece. ibneler kandil olsa gelmezler bir kutu kandil simidi alıp el öpmeye ama cadılar bayramı olunca dayanıyorlar kapıya. şeker yok dedim ibneler. oturun şurada 15 dakika. hatunlardan birine un helvası kavurtturdum. çocuklar sıkıldı o arada, birer tane bira açtım bunlara. için dedim amk, kendinize gelin biraz. sonra zorla un helvası yedirdim piçlere şeker yerine. rakı bitmek üzereydi. birkaç tane daha bira vardı. birini açtım, dikledim ve düşündüm. bizim de bayramlarımız vardı torpil patlattığımız, kızkaçıran yakıp füzelerin fitilini ateşlediğimiz. büyüyorduk galiba, başkalaşıyorduk ama kafamıza çarşaf geçirmemiştik hayalet olmak için. biz zaten birer hayalettik ulan ne zamandır abi içelim içelim diye kıvranan bir çocuk vardı sitede. iyi dedim amk, hadi gel bari bu akşam rakı içecez. saat 9 sularıydı, kapı çaldı. baktım gelmiş eleman, kuru et falan almış. amcık dedim, kuru et birayla daha iyi gider, rakı mezesi değil ki. dakika bir, gol bir. abi bunu buldum dedi, neyse rencide etmedim. sonra rakıları doldurdum. normalde rakıda buzu sevmem ama biraz sıcak olduğu için mecbur buz koymak durumunda kaldım. ilk bunun bardağına attım, çat etti buz. abi dedi, bu rakı buzu bile çatlattıysa beni kimbilir ne yapar. lan dedim gerizekalı, buzu vişne suyunun içine de atsan aynısı olucak, fizik kuralı bu amk. bir de içelim içelim diyorsun, senin gibi adamla rakı içilmez dedim, şalgam suyu doldurdum piçe, al bunu iç diye. hayır sinirim bozuldu bir de. öyle geçti o akşam, sonra bir daha da çağırmadım iti içmeye.

16 yorum:

  1. ulan bayağı bayağı okudum daha yarısına gelmemişim sikerim dedim kapadım ama güzel

    YanıtlaSil
  2. Tamamını okudum amına koyim böyle bir işsizlik var mıdır, ve gayet güzeldi film bile olur :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sağol kardeşim yazara teşekkür ederiz bizde burdan, diğer hikayelerde en az bunun kadar güzel okuyabilirsin.

      Sil
  3. Tamamını okudum amına koyim böyle bir işsizlik var mıdır, ve gayet güzeldi film bile olur :D

    YanıtlaSil
  4. benim anlamadığım bu adamın para kaynağı nereden geliyor.hiç işe gitmiyormu her gün 100 tl rakı bira viski içiyor aq =)

    YanıtlaSil
  5. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  6. Eğer bir kredi ihtiyacınız var mı? Eğer bir iş erkek ya da kadın vardır ve işinizi artırmak için bir kredi ihtiyacım var ?? Eğer bir iş başlatmak için sermayeye ihtiyaç mı? senin kredi sorunları ne olursa olsun biz düşük ve uygun faiz oranı hem de bireyler ve firmalar kredi teklifi olarak, burada sizin yardımınıza geliyor. bugün kredi almak (carrenbenfirm@outlook.com veya carrenbenfirm@gmail.com) bugün bize ulaşın.

    YanıtlaSil
  7. Saat gece 5 sularıydı okumaya başladığımda emin olun okuyup okuyabileceğiniz en güzel inci hikayelerinden .. yazarın nick belirtirseniz sevinirim.. inci nick : terlikle gibisen turk

    YanıtlaSil
  8. İşsiz gibi sindire sindire 4 günde okudum

    YanıtlaSil
  9. yazar telif hakkından o tüm reklam paranı+donunu alır ayık ol

    YanıtlaSil
  10. ikinci kez okudum aynı hazzı veriyor. blogun kaliteli devam et...

    YanıtlaSil
  11. açlık oyunlarında karnımı nasıl doyurdum v2 (inci'de) adlı hikayemi paylaşır mısın dostum mümkünse

    YanıtlaSil
  12. MERHABA
    Acil olarak 1 böbreğe ihtiyaç duyacak mı?
    bugün böbrekinizi satmaya hazırsanız
    böbrekinize iyi bir miktar sunacak.
    Bugün e-posta ile bize ulaşın <dr.tysonhospital@gmail.com}

    Selamlar.
    Dr. Tyson

    YanıtlaSil
  13. MERHABA
    Acil olarak 1 böbreğe ihtiyaç duyacak mı?
    bugün böbrekinizi satmaya hazırsanız
    böbrekinize iyi bir miktar sunacak.
    Bugün e-posta ile bize ulaşın <dr.tysonhospital@gmail.com}

    Selamlar.
    Dr. Tyson

    YanıtlaSil